Her sabah nerede olduğumu tekrar bana hatırlatan ya yumuşak dalga sesleri ya da kartalların gökyüzündeki egemenliklerini haykıran sesleri olur. Kapımı açtığımda ayağımı bastığım kum, ya da okyanusun taze kokusu, tam olmak istediğim yerde olduğumu teyid eder.
Gizli bir cennette yaşıyorum.. Hayır, yanlış, yani gizli değil artık. Eğer öyle olasaydı Google’da bahçemi görememem gerekirdi. Yine de şanslı sayılırım çünkü bu ülkenin hükümeti ancak eski fotoğrafları veriyor Google’a.
İnsan cennette de yaşasa cehennemde de sonuç olarak gününün nasıl geçeceğini tayin eden hisleriyle yaşar. Nereye gidersen git hisler seninle. Kaçış yok. Evet bana kaçıyorsun da dediler. Bu kaçış cennetinde, umursamadan yaşadığım tezini savunanlar oldu. Gel gör ki bazen cennet cehenneme, umursamazlık da endişeye bırakmaz mı kendini, bırakır elbet.
İster şehrin göbeğinde ol, ister kulelerde, ister villada, ister köyde..
İnsan kendisinden nasıl kaçabilir ki. Kendini bulmak için kaçmak mı lazım sandılar acaba?
Bir duygular, hisler düğümü olan şu insan, kafa kazır gibi kazıyabilir mi duygularını derisinden. İnsanlık kim olduğunu bile daha bilmeden nasıl kaçabilir henüz olamadığından. Nereye kaçabilir? Koşarak kaçsa, eğitmiş olur kaçışı, seni geçip gitsin diye. Ee yavaş ve sabırlı bir kaçış da olamaz herhalde. Olsaydı hemen yakalanırdı.
Kaçış dedikleri aslında kaçmak isteyenlerin kıskançlığı. Kaçmak isteyenler de geldi buralara ama ürktüler kendi kaçışlarından. Gördüm onları, içlerini. Zor olmadı hiç. Ben onları görmekten korkmadım ama onlar kendilerini görmekten korktular. Çok cesur olmalıyım.
Burada dalgaların arasında kaçış yok… Koca okyanusun karşısında ufacık bir nesne olur insan. Üzerine esen onca rüzgardan sonra hala orada durabiliyorsan, varlığını biraz olsun teyid edersin.
Neredeki varlığını diye sormak geliyor burada içimden.
Dalgalar nereye götürürse oradaki.
Dalgalar zorladıkça, alabora ettikçe, toparlanıp kalkmak şart olur, talim olur.
Ayna olur okyanus, bakmaya korkmayanlara.
Burada öğleden sonra dalgalar canlanır. Sabah ki mahmurluklarını bırakıp, coşarlar. İşte o zaman dalgaları yakalama zamanıdır. Bazen « board »’lu, bazen « board »’suz. Bazen hazırlıklı, bazen hazırlıksız.
Suyun içinde beklersiniz doğru dalgayı yakalamak için. Yakan güneş ışıkları gözünüzü kamaştırsa da ufukta gelen kabartılardan en güzelini, en güçlüsünü, en başarılısını seçmek için beklersiniz. Bu tür, yani beklediğim tür dalgalar ikiz gelirler. Önden gelen bir sonrakinden güçsüzdür. Acemi sufçüler ona atlarlar ve yolun yarısında kala kalırlar. Ama gerçek olan bir sonrakidir.
Doğru yerinden, olması gereken yerden yakalarsanız dalgayı… kayarsınız köpüklerinin arasında, tarifi yok bu kaçışın.
Dalgaları tanımak için ilk kural; kural yoktur.
Kaçışın ilk kuralı; dalgaları tanı.
Sahilde yürüyen bir kadına takıldı gözüm. Ruh halindeki gerginlik yürümeye başladığında kırılmıştı, kırık dalgalar gibi. Arabaların gürültüsü, zahmetsiz müzikler, boş lakırdı, kahve diye içilen şey… Hepsi çok uzaktaydı şimdi.
Kumsaldaki ayak izlerine takıldı gözü. Onca ayak izi. Kimisinde baş parmak, dış çeper ve topuk belirgin, kimisinde yanlızca topuk belirgin, bir tanesi ayaktan çok bir diktörtgene benziyor (düz taban olmalı).
Hoşuna giden birşey de kuma oturup, insanların yürüyüşünden kim olduklarını seyretmekti. En kolay kendini ele verenler sandaletleri ıslanmasın diye dalgaların tam kenarından yürüyenler; temkinli tipler. Tabiki bu tiplerin ayak izleri, noktalı, çerçeveli tabanlıklardan ibaret. Pek plastik. Ne denebilir ki haklarında? Bu tiplerin her yarım dakikadabir başları öne eğilir, önlerinde kilometrelerce kumsaldan başka birşey olmasa da. Dalgaya takılıp düşerim korkusu olsa gerek. Diğerleri, diğerlerini burada olsaydınız anlatırdı size. Sola ya da sağa doğru eğimli yürüyenler, omuzları geride olanlar, çekirge gibi yürüyenler, kolları az hareketliler ve daha bir sürü çeşit.. Hepsini bir bakışta okurdu. Yine de tanıyamadığı, anlayamadığı bir yürüyüş varsa bilirdi ki bu özellik onda yok. O yüzden de tanıyamıyor. Çünkü insan ancak tecrübe ettiğini bilir, etmediği henüz yaşanmamıştır.
Bir gün batımı daha böyle geçer. Dalgaların önünden geçenlerin herbiri o, o da herbiri olur. Bir tebessüm alır. Yaşamın döngüsüne karşı bir yakınlık, bir kabullenme gelir. Teslimiyetin getirdiği huzura kendini bırakır. Ne oluyorsa olması gerektiği için olur.
Yanlız olduğunu sananlara ders; yanlız olduğunu hissettiğinde karşından geçenlere bak. Onların hepsi senden izler taşır. Birini tanıyorsan, içini görüyorsan sen de öyle olduğun içindir. O sensin, sen de o.
Yanlızlık bir ilüzyon, Google bunu çoktan ispatladı.
Okyanus göz kırpıyordu, Ve ben, Ve ben size milyonlarca hikaye anlatabilirim okyanus hakkında Mesela; Dalgaların kayalarla nasıl seviştiğini, Ya da kumun köpüklere olan hasretini, Ya da rüzgarın okyanus üzerindeki ebedi sorgusunu… anlatabilirim mesela Size daha da fazlasını anlatabilirdim, Eğer… Hatırlayabilseydim, eğer…
Suya baktı ve binlerce, binlerce farklı dalga gördü. Farklı renkte, farklı şekilde. Birbirine tıpkı bir kilimin ipleri gibi, nefes kesici bir karmaşıklıkta dokunan… ve düşündü ki tüm bu dalgalar hikayeler okyanusundan geliyor olmalıydı, her biri başka bir hikaye taşıyarak. Okyanusun herbir yeri farklı hikayelere sahipti, kimseye anlatılmamış hikayelere. Yenileri de yolda, onları da okyanusun dibinde bulabilirsiniz, dünyanın en büyük kütüphanesinde.
« ve geceleri… içine dalarım.. en derinine kadar.. tüm akıntıların altına inerim.. çapamı atmak için.. ben burada yaşarım.. burası benim evim » Bjork
Bir dalgayı yakalayıp gidersiniz, bir süre bu dalgadır ayağınızı yerden kesen. Şahlanır kimi zaman, unutturur kim olduğunuzu, nereye gittiğinizi. Dalganın köpüğü olur insan, başka bişi olmaz. Bir süre böyle devam eder. Sonra su sığlaşmaya başlayınca dalga da kuvvetini azaltır. Ya kırılan bir dalga sizi taşır karaya ya da « normal » dedikleri tek şerit dalga. Karada durulur bir müddet. Okyanusa karşı baka kalırsınız. Dalgalar gelir gider. Usanmadan, yılmadan, şaşırmadan. Kıskanırsınız istikrarlı tavırlarını. Ve deli kan gelir girer damarınıza, atlarsınız başka bir dalgaya.
Bir okyanus hikayesi anlatasım geldi..
Bir gemi yolculuğuna çıkmıştı, genç bir okyanusbilimciydi. Okyanus ile ilgili ne varsa yıllarca okuyup, master bile yapmıştı.
Kamarasına giren yaşlı görevliye kibirlenerek sordu :
– Yaşlı adam Meteroloji nedir bilir misin?
– Hayır efendim, ben okuma yazma bilmem, okula gitmedim.
– Oh, yaşlı adam, bu gemide okyanuslar aşıyorsun, fırtınalar geçiriyorsun nasıl bilmezsin havanın bilimini. Ömrünün bir çeyreğini boşa geçirmişsin.
Yaşlı adam düşünür ve üzülür : « Bu kadar okumuş bir profesör öyle diyorsa öyledir. Hayatımın bir çeyreği boşa gitmiş, yazık »
Ertesi gün profesör yine sorar :
– Yaşlı adam « Oceonology » nedir bilir misin?
– Hayır efendim, size söylediğim gibi cahil bir adamım ben, hiç okumam yok, bilemem.
– Yaşlı adam, nasıl bilmezsin, günlerin okyanusta geçiyor, okyanus bilimini nasıl bilmezsin. Ömrünün yarısını boşa geçirmişsin, yazık.
Yaşlı adam çok üzgün işine döner.
Birkaç gün sonra yaşlı adam koşarak genç profesörün odasına gelir :
– Efendim, efendim « swimology » nedir bilir misiniz?
– Ne, nedir o « swimology ». Hiç öyle bişi duymadım.
– Yüzme biliyor musunuz efendim?
– Hayır.
– Efendim çok üzgünüm. Gemi batıyor ve ancak yüzme bilenler kurtulabilir. Üzgünüm ama hayatınızın tümünü boşa harcadınız.
Bu makalenin konusu da « dalgabilim ». Bilenler hayatta kalacak bilmeyenler zombi gibi yaşamaya devam edecek. Kehanet gibi oldu ama bana ait değil.
Çoktan yapılmış bir kehanet bu.
Yazı, şiir ve fotoğraflar: Gülenay Pemaji
17 Ocak 2008
Goa, Hindistan