Makro Çekim: İzzet Keribar Konsept: Gülenay Pema
Kişiliğimizden vazgeçmedikçe özgür bir birey olamıyoruz. Neden? Yanlız olarak gelip yanlız gidiyoruz cümlesi klişe gibi gözükse de, aslında göz ardı ettiğimiz bu “klişe”ler hayatın gerçekleri olabiliyor. O kadar eminsinizdir ki olayların “öyle, böyle, şöyle” olduğuna, yada olmadığına, ama bazen gerçek tam zıttıdır yaşadığımız sanallığın .
Bu şekilde davrandığımızda gerçeğin derinlerine inebilmek için ilk adım olan farkındalığı baştan yadsımış oluyoruz.
Bireyliği miras ediniriz, kişiliği ise, çevre-toplum ikilisi bize yapıştırır. Biz de bu paketi alır süsleriz, süsledikçede çirkinleşir, saçma haller alır. Paket ne kadar kurdele kaplıysa kendisini görmesi bir o kadar zorlaşır. Bu paket bizim dış dünya ile kurduğumuz sanal iletişim aracıdır, bir nevi konfordur, insan içine çıkmak için. Bu paketi taşımayı hayatsal bir kavram olarak yaşayanlar için paketsiz sokağa çıkmak bir kabus olurdu.
Bu karakteri her yere taşırız. Doğallığı yaşamak gittikçe zorlaşır. Kimlik zırh halini alır, güvenlik, korunak olur. Hayata bu zırhın arkasından bakıp, olaylara tepki veririz. Tepki veririz diyorum çünkü olduğu gibi yaşamayız, yaşayamayız. Stoklanmış tecrübelerden oluşturduğumuz cevaplarla konularda yerimizi alırız.
Bir de spontane olmak diye birşey vardır, içerlerden bir yerlerden gelir. Sorulara, sorgulanmış/sorgulanan hayatın tam içinden, zırhsız, kimliksiz yalın cevaplar gelir. Cevaplar kendini sorgulayan sorulardır aslında, daha derine taşır soranı. Bir “birey”in soruları.
Toplum böyle bir “birey” i kabul etmez, edemez, etseydi toplum olamazdı. Birey kendi kurallarını koyar, toplumunkileri sürü edasıyla takip etmez. Birey olmak sürüden ayrı kalıp kurda yem olmaya açık olmak demektir. Ama zaten sürüden çıkan bilinçli olarak çıkıyorsa o artık bir koyun değil, kurt ile yüzyüze gelecek bir yırtıcıdır. Ve yırtıcılar yanlız gezerler. Kalabalığın verdiği konfordan uzak.
Burada zorluk vardır, hergün sonu gözükmeyen bir yola çıkış vardır, sabah uyanıpta hiç beklentisiz güne başlamak tam da bu demektir. Mistik guruların olduğu yerlere gidip, kendini arama tekniklerini ezberleyip, uygulamak için uğraşıp durmak anlamına gelmez. Birey olmak, hayatın tam ortasında, burada olmaktır/olabilmektir.
Bilinmeyenle yüzleşmek, gelişmeye ve huzura doğru atılan bir adımdır. Bunu yaşamaya çalışan bireyi toplum dışlar, artık garip birisi olmuştur, standart değildir. Neredeyse korkulan birisi halini almıştır. Bireyin etrafında kendine ait bir atmosferi vardır sanki, bir manyetik alanı vardır adeta. Kendi oluşturduğu bişi değildir bu, bireyliğin bir uzantısıdır. Birey kimseye ait değildir. Hiçbir organizasyona, komüne veya topluma.
Toplum kurallarıyla yaşayanlar bulmacanın parçası olmanın, bütünü oluşturmanın konforu ile yaşayıp, stres, kaos ve endişe ile yaşarken, aslında belirsiz bir hayat yaşandığını içten içe bilirler. Ve bu bilinçle çaresiz kalmak günbe gün yer insanı.
Herbirimiz birey vasfıyla dünyaya geliriz. Ta ki toplum ağır eliyle tek yönlü yolu işaret edene kadar. Bu yolun sonundaki kutudan da şirin, rahat, papyonlu, uyumlu, uysal bir kişilik çıkar. Toplum-çevre özgürlüğe kendini adamış bireyler istemez asla.
Birey olmak kendi doğrunu yaşamak, sevgi ile paralel yaşamak, gerçekle yüzyüze, kişiliğin dikenlerine takılmadan yaşamak demektir. Cesaret, anlayış ve farkındalık erdemli bir birey olmaya giden yolu gösteren tabelalardır.
Bireylik saflıktır, naifliktir. Saf insan herkese, herşeye rağmen güvenir. Ona yalan söylersiniz, kandırırsınız ama o yine güvenir. Ona defalarca, tekrar tekrar yalan söylenir, onun güveni sarsılmaz. Ne biçim birisi bu dersiniz aptalın teki, ders almıyor yaşadıklarından.
Bu kişinin güveni sonsuzdur, devasadır. Güveni o kadar saftır ki leke tutmaz.
Böyle birisi olabilir miyiz? Zor ve anlamsız değil mi? Etrafımıza bilgi ve tecrübe ağı gerip, ilerde gelebilecek tehlikelere karşı hazırlıklı olup, herşeyden ders alıp stoklamak varken.
Yapabilir miyiz acaba? Ne olursa olsun, karşımıza hangi tecrübe çıkarsa çıksın bırakalım olsun, oluşumunu tamamlasın, kendini göstersin, ama sonra, tutunmayalım bu olaya, bırakalım gitsin. Yer etmesin içimizde, zihnimizde. Biz tutmazsak o zaten kalmaz. Zira tecrübe kendi kendine varlığını ispatlamış bir oluşum değildir. Biz ona hayat, şekil, nitelik veririz. Bırakalım geçmiş geçmişte kalsın, gelecek gelecekte, biz de şu anda (bilimsel, teknik yada yaşamsal içgüdü taşıyan tecrübeler değil burada bahsettiğim).
Tıpkı bu satırları okurken olduğu gibi ne dün, ne de yarın, şimdi bu satırları okuyorsunuz, gerçek bu. Sanki daha yeni doğmuş gibi, yeni, yepyeni.
Herkese, herşeye güvenmek çok zor olacak. Herkes fırsat kollayacak kandırmak için. Bırakalım kollasınlar, evet hatta kandırsınlar. Bu insanlar zavallı insanlardır zaten. Aldatılsanızda, kandırılsanızda, yalanlar söylenmiş olsanız da gerçekten size ait olan, asla sizden alınamaz. Size ait olmayan alınır ancak. Size ait olmayanı da tutmanın bir anlamı yoktur zaten. Her kandırılmaya açık ve hazır olduğunuzda içinizde başka bir vasıf oluştuğunu görürsünüz. Kimsenin dokunamayacağı saflıkta, sağlamlıkta.
Naif kişi üzüntü bilmez, acı bilmez, binlerce tecrübe yaşamış olmasına rağmen.
Tecrübenin kendisi zihinde karışıklık yaratmaz aslında, arkada bıraktıkları yaratır; hatıraları, yaraları. Zamanla eşdeğer bu birikim üzüntüye dönüşür. Zaman üzüntünün arkadaşıdır. Zaman içinde taşıyıp, yaşatıp, her seferinde değişen ruh halimizle farklı renkler, anlamlar yükleyip, sonsuz analizlere tabi tuttuğumuz olaylar, sonunda bize üzüntü olarak geri döner. Sonu yoktur bu analizlerin. Bu döngünün “şimdi” bilincine varıp, hemen şimdi değiştirebiliriz, zamanın üzüntüye güç vermesine izin vermeden. Bunu yapmak zor değil aslında, yalnızca pür dikkat bakmak ve tüm benliğimizle orada olmamız gerekiyor.
Tabi ki tecrübelerden kaçamayız, yapmamız gereken zihinde kök saldırmamak olanlara.
Bireylik vasfı olan naiflik zihinde netliği barındırır. Zihni net olan kişi hayatı yaşama hevesi ile doludur. Bu heves olmadan sevgi de olmaz. O zaman ne olur? Olacağı şu yanlızca: yaprakların arasındaki rüzgarı göremeyiz. Büyük bir kayıp değil gibi sanki. Olmadan da yaşanabilir, her zaman olduğu gibi, dünkü gibi, yarın ki gibi, aynı yani.
Birey başka nedir? Birey yanlızdır. Kimsesiz değil, yanlız! Ikisi farklı, çok farklı. Kimsesiz olduğumuzda, başkasını düşünüyoruz, özlüyoruzdur, başkasının eksikliği içinde boğuluyoruzdur, boğulmasakta yüzüyoruzdur.
Kimse, kimsesiz kalmak istemez. Kalmamak içinde elinden geleni yapar hayatı boyunca. Hatta hayatın anlamı bu haline gelir. Kendimizi kimsesiz hissettiğimizde birilerinin yanımızda olmasını isteriz hemen, arkadaş, sevgili, eş, ebeveyn vs. Hep beraber olmak tabiki kötü değil ama bundan bahsetmiyoruz şu anda. Şu an yoklar diyelim, ne hissediyoruz? Kötü bir his mi bu? Huzur verici olmasa gerek. Zaten 24 saat yanımızda olamaz kendimiz hariç hiç kimse.
Yanlızlık ise başka bişidir. Kendin ile olman, kendin olman demektir. İyi bir his mi bu? Huzurlu bir his olduğu kesin. Kendinle o kadar varsındır ki etraf sanki seninle dolup taşar. Bu bencil bir durum değildir kesinlikle, çünkü kendisiyle olabilmiş kişiler, kişilik karmaşasından kurtulmuş kişilerdir. Kişilik karmaşasından kurtulmuş kişiler bireylerdir. Bireyler de diğer insanların kendilerinden temelde hiç de farklı olmadıkları erdemini tüm benliklerinde yaşayan kişilerdir. Yanlız birey özünde kendine yeter, kimsesizliğin sızlayan yarasını taşımaz. Yanlız olmanın doğası zengindir, bütündür.
Ancak yanlız olduğumuzda engellerle yüzleşecek, acıyla yüzleşecek, doğruları yaşayacak gücü toplayabiliriz. Bütün bunları yapabilmek için kendimizle başbaşa kalmamız gerekir. Bu arada hayallere dalıp gitmekten bahsetmiyorum. Onu da yapmaya vakit bulunur elbet. Hayal kurmak çok güzel bir vasıftır, ama hafif prototip, toplum çerçevesine sığan, standart hayaller kuracaksak gene, ne anlamı var ki? En uçuk hayali kurmaktan da bahsetmiyorum. İkiside olmadığına göre geriye olanı yaşamak kalıyor.
Yanlız olan birey, kendisi ile de yüzleştikten sonra, ama ancak bundan sonra başkaları ile iletişime girebilir. Aksi halde zırhını giyip çıkan birisi süslü bir paketle karşılaşıyor, “..and happily lived ever after” oluyor.
Yanlız kalmak, diğerlerini dışlayıp inzivaya çekilmek demek değildir tabiki. Yanlız olmak, olduğu gibi orda, öylece, yalın, naif, arzularından arınmış, sonlarla ilişkisi olmayan bir birey olmak demektir.
Yalnızlık zihnin bir parçası değildir, zihin-düşünce ikilisinin dışındadır. Yanlızlık zorlayarak da gelmez insana, arzulayarak da. Yanlızlığı arzulamanız acılarınızdan kaçmaya çalışıyor olmanız, iletişim kuramıyor olmanız demektir. Kendinizi izole ederek yanlız kalmaz, tam tersini yapıyor olursunuz. Kafanızın içi öyle kalabalıktır ki bir kaç gün sonra kendinizi, kafanızın içi gibi bir yerde bulduğunuzda, tanıdık biryere gelmiş gibi rahat edersiniz.
Yanlızlık size gelince, gelir. Gelince de kalır.
Gülenay Pema Antep
2 Comments
Merhabalar sevgili Gulenay:)) yazinizi cok begendim…tam da defterime “yalnizligimla barismaya basladigimi” yazdigimin ertesi gunu okumam bir tesaduf mu yoksa hayatta herseyin bir zamani mi var bilmiyorum….sadece tesekkur etmek istedim…sevgiler…
Keyifle okumana ve doğru zamana denk gelmesine sevindim. Evet tesadüf diye birşey yoktur 🙂