İtalya’nın Toskana bölgesinde Ortaçağ’dan kalan kasabalar ve şehirler, renkli yamaları andıran panoramik görüntüler, sivrilerek yükselen selvi ağaçları, renkli toplama ağlarının bağlı olduğu zeytin ağaçları ve üzüm bağları bu bölgenin görkemli silüetini oluşturuyor.
Kıvrılarak devam eden Toskana yollarında, Ortaçağ kentlerini uzaklardaki tepeler üzerinde görmek, bu bölgeyi adeta bir açık hava müzesi haline getiriyor. Aşırı miyop olsanız bile özellikle San Gimignano’yu fark etmeden geçmek mümkün olmasa gerek.
Elsa Vadisi’nde, 334m yüksekliğindeki tepe üzerine kurulmuş San Gimignano, sıra sıra dizili gökdelen görünümündeki kuleleri ile masal aleminden çıkmışçasına hemen dikkatinizi çekiyor.
Şehre arabayla girilmediği gibi turistik sezonda tepenin eteklerinde bile park yeri bulmak zor.
Kış ayları San Gimignano’yu ziyaret için en uygun aylar. Şehrin gizemini, sessiz sokaklarını, yağmurda ve gece görmek, Ortaçağ’a götürüyor gezeni.
Birçok turistik avrupa şehrinde olduğu gibi San Gimignano halkı da kendine nazır. İletişime girmek pek kolay değil. Sohbet etmek ve yerel havayı soluyabilmek için yaşı ilerlemiş olanları yada çocukları seçiyorum. Ana caddeden ayrılıp arka sokaklara dalınca başka hisler kaplıyor insanı. Açık kapılar, pencereler kapalı gözüken halkın aslında davetkar iç huzurunu yansıtıyor. Bu sokaklar arasında Ortaçağ evlerinden dönüştürülmüş mini oteller, şehirin özel havasını hissetmenize yardımcı oluyor.
Yaz ve bahar aylarında ana sokaklarda insan seli halinde geçişler oluyor. Yol kenarına atılmış tahta sandalyelerde oturup gelene geçene bakmak ise yerel adet olan bakma-görme-keyif üçlüsü için mükemmel.
San Gimignano her ne kadar üzüm bağları ile çevrili olsa da veya şehir içindeki onlarca şarap dükkanı şaraplarla dolup taşıyor gibi gözükse de, şarap eksperini tatmin edicek zenginliğe pek sahip değil (kırmızı şaraplar kategorisinde). Ama yinede bazı yerel şaraplar kendilerine has lezzette. Mesela bölgede üretilen ünlü beyaz şaraplardan Vernaccia di San Gimignano. Şarabın tarihi yüzyıllar öncesine hatta Etruskan dönemine kadar gidiyor. Rönesans’dan beri İtalya’nın en iyi beyaz şarapları arasında kabul ediliyor.
Vernaccia di San Gimignano, İtalya’da şarapların kalitesini gösteren DOC (Denominazione di Origine Controllata) etiketini 1966’dan beri taşımakta. Biraz daha sofistike ürünler için verilen DOCG (Denominazione di Origine Controllata e Garantita) etiketi de taşıdığı ürünün kalitesini garantiliyor. Özellikle şarap kategorisinde DOCG etiketi alanlar, şişelenmeden önce devlet tarafından yetkilendirilmiş kişilerce analiz ve teste tabi tutuluyor. Kontrol etmek için şişenin etiketi veya mantarları üzerindeki devlet tarafından verilen özel garanti numarasına bakmak gerekiyor.
San Gimignano’da az da olsa yerel zaanatkarlara rastlamak mümkün. Ara sokakların birinde kukla yapan bir dükkan dikkatimi çekiyor. Dükkan aynı zamanda bir atelye. Kukla yapmakta kullanılan aletlerin herbiri müzede yer alabilecek yaşta. Atelyeye girince kendimi Geppetto’nun evinde hissediyorum. Pinokyo 1881 yılında Toskana’da, Floransa’da doğmuş. Pinokyo’nun yaratıcısı Carlo Lorenzini, (takma adıyla C.Collodi) Florasa’da sokakta gördüğü haylaz bir çocuktan etkilenerek yaratıyor kahramanını.
Diğer masallar gibi bu masalda Evvel zaman içinde diye başlıyor ama devamı şöyle; Evvel zaman içinde, bir kral varmış! Hayır, küçük okuyucular, Evvel zaman içinde bir parça tahta varmış.
Yazar, oluşturduğu metafor ağları ile insanlığın içinde bulunduğu durumu çocukların da anlayabileceği şekilde anlatıyor. Sınıf çatışmalarını, sosyal haksızlıkları ve fakir-zengin çatışmasını konu ediyor. Her ne kadar Collodi, Pinokyo’yu, meşe ağacına asarak, topal bir eşek yaparak yada bir deniz canavarına yedirerek bitirmek istesede, Pinokyo, günümüze kadar geliyor ve 35 milyon İtalyan tarafından sevilerek okunuyor. Masal, İtalyan edebiyat klasikleri arasına giriyor ve 200’den fazla dile ve lehçeye çevriliyor.
San Gimignano’nun şimdilerdeki uykulu, sakin havası, Avrupa’da Rönesans öncesi Roma Imparatorluğu’nun bittiği, Ortaçağ’daki kaos döneminde, San Gimignano’nun defalarca yağmacı kabilelerce uğradığı istilaları unutturuyor. İsmini de şehri bu istilalardan kurtadan Saint Gimignano’dan alıyor.
Aslında Etrüsk orijine sahip şehir 9.yy sonlarında önem kazanmaya başlamış. Bu yıllarda Toskana’da, Etrüsk egemenliği belirgin kültürel özellikler taşımaktaydı. Kendilerine ait dilleri, gelenekleri ve dini ile Etrüsk toplumu, şimdilerin modern avrupalılarının soyizi arayışlarında kendilerine yakıştırdıkları uygarlıklardan.
Aşırı otoriter, milliyetçi ve savaşçı olmayışları, (yani Roma’lıların tam tersi oluşları) 21.yy Avrupası’nın hem fikri hem de soyizi arayışına uyuyor.
Yeri gelmişken, kişisel olarak ilgimi çeken Etrüskler’den biraz bahsetmek istiyorum. Bu ayrıcalıklı kültürün köklerinin Asya Minor olarak bilinen ülkemize kadar dayandığı tahmin ediliyor. Roma İmparatorluğu’nun kurulduğu dönemlerde; M.Ö.1000 yıllarında İtalya’nın Toskana bölgesine yerleştikleri tahmin ediliyor. Bu kadar renkli, sanatkar ve barış yanlısı bir toplum hakkında ne yazık ki çok az yazılı belge var.
Yunan, Mısır ve Roma kültürlerinde farklı cinsler arasında ayrımlar yapılırken Etrüskler ayrımsız bir hayat sürüyorlardı. Günümüze kadar ulaşan şehirler yaptılar, şimdiki taşıtların taslaklarını oluşturdular. Ortaçağ’da kargaşa ve karanlık yaşanırken, Etrüskler mağara duvarlarına çizerek anlattıkları yaşamlarının neşeli ve yaşam hevesi ile dolu olduğunu gösteriyorlardı.Varlıkları ile Rönesans artistlerinden Leonardo da Vinci, Donatello ve Boticelli’ye ilham kaynağı oldular.
Gelelim San Gimignano’nun kulelerine. Şehir yönetiminin koyduğu sıkı kurallar gereği mimari yapıların 17 metre genişliğini ve 25 metre derinliğini geçmemesi gerekiyormuş. Bu durumda da şehir sakinleri, kendi evlerini komşularınınkinden farklı kılabilmek için farklı mimari yöntemlerle evlerini inşa ettirmeye başlamışlar. Sonuç olarak ev mimarileri Siena tarzi Gotik stilindeki, zarif taş işlemeler ve pencereler ile daha sert kıvrımlara sahip Pisa tarzı Romanesk ve erken Floransa Rönesans etkileri ile kombine olmuş. Evlerin mimari güzellikleri, kulelerin hırslı yükselişlerinin ıstırabını kapatmak için uğraşıyor.
Evler genelde iki yada üç kattan oluşuyor. Bazı evlerin kulelerinin boyu 50 metreye varıyor. İnşa kuralları bu kullelerin yapımına da yansıyor tabi. Yüksekliği 52 metre olan La Rognosa’dan daha yüksek kule inşasına izin verilmiyor. Kuleleri ancak parası yetenler yaptırabiliyor ve zenginliklerinin simgesi de kulenin yüksekliği ile doğru orantılı oluyor. İzin verilenden daha yüksek kule yaptıramayacağını anlayan bazı zenginler bir yerine ikiz kule yapma fikrini kavrıyorlar kısa sürede.
Zamanın zenginlerinden Ardinghelli, La Rognosa’nın yanındaki parselleri satın alıyor ve ikiz kuleler yaptırıyor (Pizza della Cisterna’daki). Bunu takiben, geri kalmamak için, şehrin zenginleri arasında olan Salvucci ailesi de kendilerine ait ikiz kuleler yaptırıyorlar (onların ki de Via San Matteo’da). Kısa sürede parası olanlar orada burada kuleler diktirmeye başlıyorlar. Sonuç olarak 1298 yılına yaklaşıldığında kulelerin sayısı 72 yi buluyor.
Zaman içinde kule dikme yarışının yanı sıra San Gimignano’nun diğer problemleri de oluşuyor. Dışardaki ve içerdeki kargaşa, güç savaşları ve saldırılar karşısında kendisini savunmakta zorluk çeken şehir, 1348 yılında yaşanan ve nüfusun dörtte üçünü alıp götüren veba salgını ile kendisini Floransa yönetimine ve Medici ailesinin zenginliğine teslim ediyor.
Floransa hükümeti tarafından fiziksel korunmanın yanında, yaklaşık 300 yıl kendi haline bırakılan şehir, bakımsızlıktan yavaş yavaş solmaya başlıyor. Kuleler yıkılarak sayıları 14’e kadar düşüyor. Bugün San Gimignano kuleleri, meydanları ve sanatsal yapıları ile UNESCO’nun Dünya Mirası Eserleri arasına. Bir zamanlar deha mimari özellikleri ve kültürel gelenekleri ile gelişmekte olan şehir artık bir müze.
Gülenay Pema Antep