İnsanoğlu yaşadığı dünyada kendine yaklaşabilmek için farklı yollar arar ve dener. Bu arayış varoluşun ilk anlarından beri süregelen bir kavuşma arzusu, kaynak arayışı esasen.
Kendimize doğru aldığımız bu yol bizi Mevlana’nın da şiirlerinde sıkça söz ettiği gerçek evimize ulaştıracak. Velhasıl, bu yolculuk uzaktaki bir hedefe ulaşma çabasından ziyade kendi başına bir açılım. Her adımı ayrı anlam ve mana taşıyan bir öz-yolculuk…
Bu yolculuğa kalbin yolculuğu denmesi hiç de yanlış bir tanım değil. Nihayetinde kalbimize doğru yol alıyoruz, gizemle dolu bir yol.
Gizemler sırlar demek değildir. Gizem aralanmayı bekler ve aralandıkça genişletir, geliştirir, çoğaltır. Ruhun bizden beklentisi de tam budur; varoluşumuzun gizemlerini aralamak.
Yaşamın koşuşturmacasında gizem yerini ondan çok uzak materyal olgulara bırakır.
İnsan adeta materyal alemden büyülenmiş gibi, hep bir sonraki, bir başkası, diğeri, sonraki, öteki…
Durmak ve sessizlik, sıkıntı ve tembellikle eş anlama gelmeye başlar çünkü durmak ve beyhude bile olsa aramayı bırakmak istemez insan. Daha iyisini, daha yenisini, daha güzelini, daha kalitelisini, daha ve dahasını.
Sıkılmamak için sarf edilen onca çaba aynı oranda bizi kendimizden uzaklaştırıyor. Uzaklaştıkça da kendimizden korkmaya başlıyor, öz-keşif olgusu manasızlaşıyor.
Oysa asıl yenilik keşifle mümkün, sunulanı tüketmek ile değil.
Keşfettiğinde yeniyi tecrübe edersin. Keşif heyecan verir ama bağımlı kılmaz. Dinlenmen gerektiğinde durup, ne kadar zaman geçtiğini farketmeden saatlerce yıldızları seyredebilirsin. Günlerce doğanın içinde kendinle başbaşa, gerçek sessizlik tecrübe edebilirsin.
Dayatılan, sunulan, verilen, öngörülen, denilen yani bilindik şeyler yerine.
Kimin ne dediğinden bağımsız.
Kimseye bir şey deme ihtiyacı duymadan.
Eleştirmeden, kıyaslamadan, özenmeden.
İtham etmeden, tahakküm etmeden, kontrol altına almadan.
Sürekli yapmanın kısır döngüsünden çıkarak.
Hırsın kamçılarından kurtularak.
Olman gerektiği için değil.
Kendin gibi, olduğun gibi, öylece, sadece, SEN olduğun için, VAR olduğun için, NEFES aldığın için…
Bu akşamüstü güneş batarken zeytinin altına konuşlandım. Bu aylarda güneş bulutları pembenin tonlarına boyarken bir yandan da yağmur bulutları kümeleniyor.
Rüzgarın esintisi henüz kış gibi sert değil ama bulutları halden hale sokacak kuvvette.
Bulutların geçip gidişini seyrederken, düşüncelerin doğasına şahit oluyor insan; gelip geçen düşüncelerin. Sürekli değişen.
Geriye tek kalan gökyüzü ve tanık hali.
Tanık ebedi, düşünceler geçici.
Bu hakikati bilerek insanın ruhu mutmain oluyor.
Söylenen sözler bir trenin uzaklaşan sesi gibi geride kalıyorlar.
Her şey ufukta eriyor.
Geriye tek kalan sonsuz gökyüzü ve tanık.
*Eğitim ve makalelerden haberdar olmak için sağ tarafta yer alan ‘Blog’u Takip Et’ kutusuna email adresinizi bırakabilirsiniz.