Bu satırları kırmızı çiçeklerini rüzgarda dağıtan nar ağacının altından yazıyorum. Narlar olgunlaşmaya başladı. Çiçeği mi yoksa meyvesi mi daha güzel, karar vermek imkansız. Hem neden birini diğerine tercih edelim değil mi, neden karar verelim?
2012 yılıdan beri bu blogda makaleler paylaşıyorum. Blog istatistiklerine göre şimdiye kadar 413.074 kişi bloguma girmiş, 800 bine yakın görüntülenme almış.
Bu verileri yazmamın nedeni rakamlarla değerimi biçtirmek değil. Bu rakamlarla paylaşmak istediğim, şimdiye kadar bu kadar kişinin makalelerimi okuyup, makalelerin yazarı, yaşam hikayesi hakkında neredeyse hiç bir şey bilmiyor oluşu.
Bu bir tesadüf değil. Böyle olmasını bilinçli olarak tercih ettim. Yıllar evvel blogumu ve sosyal medya hesabımı açarken, amacım kişisel paylaşım yapmak değildi, yıllarca edindiğim öğretileri ve tecrübeleri paylaşmak için kullanacaktım ve öyle de oldu.
İstedim ki insanlar öğretilere ulaşsın, kadim tekniklere, ilham alacakları örneklere, dönüşümsel astrolojiye, yogaya, şifaya …
Amacım her zaman, faydalı olmak oldu. Paylaştığım konularla bazen yüreklere su serpmek, bazen acıları dindirmek, bazen ümit vermek, bazen huzur aktarmak istedim. Hiç tanımadığım kişilerden aldığım email’lerden bu yönde bir değer kattığımı görebiliyorum, hissedebiliyorum.
Şimdi ise ilk kez kendimden, kendi yaşam ve manevi yolculuğumdan bahsetmek istiyorum. En azından bir kısmından.
Bu paylaşımın şimdi olması bir tesadüf değil, meyve olgunlaştığında düşer dalından. Ben de yaşam tecrübemi, okuyanlara ilham olacak değere ve olgunluğa geldiğinde paylaşmak istedim. Edindiğim tecrübelerin egonun eline düşmesini istemedim, buna özen gösterdim. Kimliğimin, yaşam hikayemin öğretilerin önüne geçmesini istemedim. Şimdi o denge kuruldu.
Bugün Ege’nin kırsal bir köyünde yaşıyorum.
Çam ormanlı tepenin yamacında, iki yıl önce eşimle yerel taş mimariye uygun inşa ettiğimiz evimizin bahçesinde, 70 yıllık narın gölgesindeyim. Organik ürünler yetiştirdiğimiz bir çiftliğimiz ve öğrencilerimi ağırladığım bir inziva, şifa alanımız da var.
Çok severek yaptığım, yaşamlara ve kalplere dokunduğum, kendime zaman ayırabildiğim, sağlık, bolluk ve bereket içinde bir yaşamım var. Tüm bu saydıklarım hayatımın her evresinde var mıydı diye soracak olursanız cevabım net olarak; hayır yoktu olur. Dibe düştüğüm, uzun süre meteliksiz kaldığım, ümitsizlik ile sessiz depresyonlara girdiğim, haykırarak ağladığım, öfke ile kırıp döktüğüm, ölümden döndüğüm haller yok muydu, bol bol vardı.
Bugün bu satırları minnetle yazabiliyorsam, gerçekten şükür edebildiğim şeyler olduğu için.
Yaşamımda kazandığım her zerre kendi emeğimle gerçekleşti. Emeği gördüğümde büyük saygı duymam bundandır.
Ardımda bıraktığım yıllar boyunca bir şey vardı beni hep ayakta tutan, yedi kere düşüp sekiz kere kalkmamı sağlayan, içimin derinlerinde hissettiğim bir his. Hayatımda bir şeylerin eksik olduğu yerler hep oldu, ama bir şey vardı, o hiç eksik olmadı; Yaradan’a, evrene, görünen gerçekliğin ötesindekine inancım. Bu inanç benim hayatımı kurtardı, beni ölümden döndürdü. Kelimenin tam anlamıyla.
2013 yılı Nisan ayıydı. Hemen her yıl belirli aylar yaşadığım Hindistan seyahatinden yeni dönmüştüm. Son 12 yıldır Tayland ve Hindistan’da kendime yeten, kazandıklarımla geçinebileceğim mütevazi bir yaşam kurduğum için Türkiye’de hiç bir birikimim olmadı. Yıllar sonra ülkeme kesin dönüş yaptığımda dönüşüm baba evine oldu. Neyse ki odam hala duruyordu.
Bu yıllar içinde kısa aralarla Türkiye’de yaşayıp, uluslararası ünlü firmalarla çalıştığım yüksek maaş ve iyi pozisyonlarda olduğum bir iş alanım da vardı. Bu iş alanı da verdiğim emeğin ve birikimin bir karşılığı olarak, Hindistan’da sandalet ve motoruyla, köyde yaşayan birisini bile işe aldırtıyordu. Yeterince para biriktirip tekrar Hindistan’daki yaşamıma dönebiliyordum.
Böyle geçen 12 yıldan sonra kesin kararla ülkeme, İstanbul’a, çok uzun yıllar sonra da baba evine dönmek biraz tuhaf hislere soktu beni. Ama ümidim vardı. Elimde güzel bir eğitmenlik tecrübesi ve yıllarca ciddi emek verilmiş, törpülenmiş, arınmış bir bilinç vardı. Uzun yıllar öğretilerin merkezinde, hakikate ermiş üstatların yanında edindiğim kazanımları ülkeme getirme vakti gelmişti. Hazırdım. İçimdeki paylaşma arzusu sevgili Brezilyalı psikolog, şaman ve hakikate ermiş üstadım Sri Prem Baba tarafından da 2012’de onaylanmış ve bana el vermişti.
Bu güzelliklerle ülkeme dönmüştüm.
Ancak içimde, çok derinlerde bir karanlık vardı, tüm yaşadığım huzurun, kalp açıklığının, mucizevi tecrübelerin, mutluluk gözyaşlarının ardında derin bir keder vardı. Ara ara yaşam arzuma ket vuran, yaşama ve insanoğluna güvenimi sorgulatan, neden burada olduğum hakkında şüpheye düşüren bir keder.
Orada olduğunu her daim açık etmiyordu. Bilincin yükselişine şahit olduğum, Yaradan’ın beni okyanusuna aldığı, sebepsiz mutluluk ve tatmin hissettiğim haller beni o ümitsiz yerden çıkartıyordu. Tüm bunlar sihirli bir değnek değer gibi olmuyordu, ciddi kanırtarak, sorgulayarak, çaba vererek, kendime söylediğim yalanlarla yüzleşerek oluyordu. Ama tekrar düşüş kaçınılmazdı. Açık hesaplarım, önümde uzun bir yol olduğunu seziyordum.
Kendimle yüzleştiğim bu süreçte, ümitsiz ve acı içinde kıvrandığım, öfke ile yaşama kızdığım ve sonra da depresyona girdiğim hallerin köklerine inme şansı yakaladım.
Karanlığın içinde, susuz çöllerde, ruhun karanlık gecelerinde kendimle buluştum sık sık. Her seferinde ümidim tazelendi, ruhum genişledi, lekelerim yıkandı, yaralarım sarıldı. Her seferinde sahte ben ile gerçek ben arasındaki ayrımı daha net görmeye, güçlenmeye başladım.
2013 bahar ayları diyordum değil mi?
Hindistan’dan döneli 1 hafta olmuştu ki sol göğsümün üzerinde bir şişkinlik fark ettim. Esasen yaklaşık 8 ay önce fark etmiştim ama önemsememiştim. Ama şimdi dışardan gözükecek bir büyüklüğe gelmişti. Hiç hastalanmayan, grip dahi olmayan birisi olarak hiç önemsemedim bu durumu. Aklımın ucundan en ufak bir endişe dahi geçmedi. Ancak bu sefer ne hikmetse yakın bir kız arkadaşımı aradım ve ona durumumu anlattım. Arkadaşımın bana Beşiktaş’taki bir kliniğin adresini verip, ‘hemen git randevu al ultrasonla baktır, için rahatlasın’ demesiyle yola koyuldum. Giderken de içimde en ufak bir şüphe yoktu sağlığımla ilgili.
Kliniğe gittim, çok iyi niyetli bir uzman göğüs ultrasonuna başladı. Çok dingin ve detaycı bir kişilik olduğunu fark ettiğimden, uzun uzun göğsümün ultrason çıktılarını milim milim ekranda çizip görsel kareler almasını çok önemsemedim. Süre uzayınca sordum; ‘bir terslik mi var?’ Tam olarak nasıl cevap verdiğini hiç hatırlamıyorum, oysa hafızam hep çok iyi olmuştur. Kendisi bana teşhis koyma yetkisi olmadığı için biraz geveleyerek durumun ciddi olduğunu, sol göğsümde yüksek ihtimal iyi huylu olmayan iki ayrı tümör ve kalsifikasyon (sonra bu terimlere oldukça hakim oldum) olduğunu söyledi ve biraz daha ayrıntıya girdi. O anda bilimsel kafamla dinledim, duygularım yüzeyde değildi, dingindim, sakindim.
Klinikten çıktım, elimde raporlar. Beşiktaş İskelesi’ne doğru yürümeye başladığımda aklıma babamı haberdar etmek geldi. Telefonda ona göğüs kanseri olduğumu söylerken birden hiç beklemediğim bir şekilde ellerim ve dizlerim titreyerek duygularım boşaldı, orada düşecek gibi oldum. Boğazıma düğümlenen duygularla ‘göğsümde kötü huylu iki tümör var’ dediğimde içimde bir şeyler yerinden oynadı adeta.
Babam durumun ciddiyetini anladı ama istifini bozmadı ve sakinleşmem için dingin kaldı. Onun da o anda ne olduğunu çok fark ettiğini sanmıyorum. Bu tür haberler şok etkisiyle beyin fonksiyonlarında farklı etkilere neden oluyor.
Ailemin geçmişinde ciddi bir kanser ve ölüm tecrübesi olduğu için kanser bize çok şey çağrıştırıyordu, hiç de güzel olmayan anıları … On dört yaşlarımda annemi kemik iliği kanserinden kaybettik. Konvansiyonel tedavi süreci oldukça yıpratıcıydı hepimiz için. Bu nedenle kanser direkt olarak ‘ölüm’ demekti bizim ailede.
Bana yapılan göğüs kanseri teşhisi ve süreci beni hiç beklemediğim yerden vuruyordu.
Kendimi çok çaresiz hissediyordum.
Dünya durmuş ve sadece ben dönüyormuşum gibiydi. Hislerimi tarif etmek çok kolay olmasa da içimdeki çaresizliğin yanında bir süre vapurda gözyaşlarımı etrafta bana bakanlardan saklayarak akıttıktan sonra derin bir dinginlik ve teslimiyet tecrübe etmeye başladım.
Daha önce bir çok ameliyat geçiren bir tanıdığımız aradı. Onunla konuşmak rahatlattı. Bana kendi doktorundan randevu alacağını Türkiye’nin bu konudaki ileri gelen doktorlarından olduğunu söyledi ve bunu yaptı. Ertesi gün özel bir hastahanenin göğüs hastalıkları bölümünde bir seri tetkik yapılırken buldum kendimi. Çok üzgündüm. Hani, Ameli filminde bir sahne vardır, kız çok üzülür ve yüzü dökülen bir su gibi üzüntüyle akıp gider, işte bu hal benim halimdi. O şekilde tekrar ultrason ve mamografi yapıldı. Özellikle mamografi canımı yaktı. Alışık olmadığım suni ışıklar ve cihazlardan yayılan radyasyon tüm gün baş ağrısı ve mide bulantısı yaptı.
Üzgünlüğüm sessizliğe dönüştü. Tüm süreçte çok sessizdim. Derin bir meditatif hal tecrübe ediyordum, bir şeyler oluyordu ve yavaş yavaş bir teslimiyet haline gelmeye başladım. İlk kez böyle yüksek teslimiyet hissiyatı tecrübe ediyordum. Şimdiye kadar teslimiyetten bahsediyordum ama gerçekten ne demek olduğunu yeni tecrübe ediyordum.
Doktor bey ultrasondaki tanıyı doğruladı; iki kötü huylu tümör sol göğüs kanseri. İki gün sonra ameliyat, akabinde kemoterapi ve radyasyon. Göğüsüm ve lenf nodlarım ameliyatta alınacak ve biyopsi sonucuna göre uygulanacak kemoterapinin dozu belirlenecekti.
Bundan sonra ortamdaki hava daha da ciddileşti.
Hislerim üzüntü ile dolu olsa da, içimde bir huzur vardı, tarifsiz.
Sanki ben kanser değilmişim, ya da kanser olsam da bir önemi yokmuş gibi.
Bir boş vermişlik, vaz geçmişlik hali değildi yaşadığım. Yıllardır Vipassana meditasyonlarında tecrübe ettiğim ‘equanimity’ yaşıyordum, zihinsel olarak dingindim gerçekten.
Olacak ne varsa hazırdım.
Hastaneye ameliyat için yatırıldığımda babamın ‘ne kadar metanetlisin, hiç bir şeye naz yapmadın, talepte bulunmadın, bir şey söylemedin’ demesi enteresan oldu; derin bir teslimiyet tecrübe ediyordum gerçekten ve Allah bana usul usul bir lütuf bahşediyordu.
Başka nasıl teslimiyetimin derecesini tecrübe edebilirdim ki.
Ölümle yüzyüze gelip, korkunun gözlerinin içine bakıp, tüm halinle tam orada olduğunda, teslim olabilirsin.
İşte şimdi teslimiyetimin derecesini tecrübe edebiliyordum.
Dört yaşımdan beri bilinçli olarak ettiğim ve kalbimden eksik etmediğim duam ve Allah sevgim devam ediyordu içimde usulca. Sessizliğim bundandı.
Hem Yaradan’la hem insanlarla aynı anda olamıyorsun, birini birine tercih etmen gerekiyor, özellikle de böyle yoğun hallerde.
Ameliyat iki gün sonra dendiğinde önce ne olduğunu tam anlamadan kabul ettim sonra gece yarısı fikrimi değiştirdim sabaha karşı tekrar ameliyata girmeye karar verdim. Ailece üzgün, çaresiz ve uykusuz bir geceydi.
Bu kısa sürede, şans odur ki Hindistan’daki iki hocama ve Tayland’daki doktor ve homeopat hekim hocama hemen ulaşabildim, raporları paylaştım, fikirlerini aldım. Hepsinin görüşü ameliyata girmem yönündeydi ve her şeyin iyi olacağına dair mesajlarını alınca ameliyat sürecine girmeye karar verdim.
Şimdi buradayım, ameliyatımın üzerinden beş yıl geçti.
Bana ‘göğüs kanserisin’ dediklerinde, kemoterapi ve radyoterapiden bahsettiklerinde bunların hiç birine ihtiyacım olmayacağını biliyordum. Ben yaşama ve Rabbime güvendim.
Ameliyatım çok başarılı geçti.
Sonrasında onkologumla yaptığım görüşmede kendisi çıkan sonuçlara hayretle bakıyor, ‘harika sonuçlar, tek bir kanser belirtisi yok bedeninde’ diyordu. Oysa ben hiç şaşırmamıştım, kalbimde bildiğim bir şeyi kulaklarım duyuyordu sadece.
Akabinde ameliyatı yapan doktor standart bir prosedür uygulama girişimi ile beni beş yıl boyunca menopoza sokmak için bir tedavi verdi. Nedeni göğüs kanserinden sonra rahim kanseri olunur savı. Sav diyorum çünkü olmadım ve olmayacağım. Bu invasif, suni hormon tedavisini tabi ki uygulamadım. Bunları burada eğitmen kimliğimle değil, kişisel tecrübeme dayanarak paylaşıyorum o nedenle rahatım. Herkesin kendi süreçleri var, herkesin hastalığı şahsına münhasır ve farklı uygulamalar gerektirir. Bu benim tecrübem. Benim gerçeğim bu. Benim yaşamım bunun bir ispatı.
Beni kanserden kurtaran, ölümden döndüren içimdeki ışığa olan inancım ve tevekkülümden başka bir şey değil. Bunu bugün net olarak söyleyebiliyorum.
Kanser hayatımda bir çok taşı yerinden oynatan, devasa, çok değerli bir tecrübe, bir dönüm noktası oldu. Değerli ve derin açılımları hayatımda devam ediyor.
Kanser ile birlikte muazzam bir öğrenme, genişleme ve şifalanma süreci daha başladı hayatımda.
Uzun yıllar öz-keşif yolundayım. Kıtalar aştım, farklı ülkelerde yaşadım bu uğurda, tüm maddi olanaklarımı öz-keşfe aktardım, kendimi adadım bu arayışa.
Yolda çok şey değişti içimde, karakterimde, zihnimin yapısında, bedenimde. Çok şey dönüştü ve dönüşmeye devam ediyor.
Yıllarım adeta her gün başka bir bene uyanarak geçti. Bir çok risk aldım, radikal kararlar verdim, ilişkileri, işimi, ailemi, kariyer denilen ve bir çok kişinin yaşamına anlam veren materyal şeyleri bıraktım.
Hiç olmak istedim.
Egomdan sıyrılmak, sürekli bir şeyler söyleyen, yorumlayan kirli zihnimi temizlemek, maskelerden kurtulmak, arzularımı nefsimi köreltmek için inziva ardına inzivaya katıldım.
Yılmadan sordum, sordum, sordum.
Ben kimim, neden buradayım, niye böyle hissediyorum, neden böyle oluyor, yaşamımın amacı ne …
Her ne kadar büyük ve önemli bir tecrübe olsa da ben kanseri hayatımım baş köşesine hiç oturtmadım. Bu demek değildir onu yok saydım, üstünü kapattım, kaçtım. Tam tersi neden kanseri hayatıma çektiğimi, neden sol göğüs, neden göğüs kanseri, neden ölüm … bu soruları çok değerli çalışmalar ve tecrübeli psiko-spiritüel öğretiye hakim terapist arkadaşlarım ve üstatlarımla katıldığım derin inzivalarla deştim.
Bu yolculukta bana sormam gereken soruları, net ve gerçekçi olarak sormama destek olan, yolu açan bu arkadaşlarımın ve hocalarımın kalbimde yeri büyük, dualarımdalar.
Beni sormayı bilmediğim belki de sormaktan korktuğum soruları sormaya zorladılar, sıkıştırdılar, ağlattılar, öfkelendirdiler ve tüm bunları devasa bir şefkatin netliğinde yaptılar.
Şükür ki görebildim, şükür ki bana sert ve net davrandılar.
Kişi kendini bilme yolculuğunda olayın ciddiyetinde olamıyor, olduğunu zannediyor ama olamıyor. Hep daha ötesi, daha dürüstü daha neti var, ta ki hiç oluncaya, kalbinin okyanusunda eriyinceye kadar kişi kendini kandırmaya devam ediyor. Aslında OLduğun şeyi reddetmekle geçiyor koca bir ömür. Ve çok da çabuk geçiyor üstelik.
Bana katıldığım derin bir grup çalışmasında, ‘kendine kanseri çektin, hala neden devam ediyorsun?’ diye sordukları anda suratıma yediğim o sert tokatı hiç unutmuyorum. O farkındalık anı, o tokat kalbimi açtı. O tokat bana karanlığımdan korkmadan, zindanlarıma inmek için ihtiyacım olan gücü ve cesareti verdi.
Gerçek şefkat avutan kibarlık maskeleri ile değil, gerçekliğinle yüzleştiren bir şey olduğunu öğrendim.
Gerçek şefkat sana daha fazla zaman kaybettirmiyor, seni bir an önce şifaya, kalbinin yoluna sokmak istiyor. Bunu görebilenler çok değerli bir şeye sahipler.
Bir dizi bilimsel, ispatlı ve kadim teknikle, adanmışlıkla, öz-keşif yolunda derinleşerek ilerlemeye devam ettim. Kalbim gittikçe daha da açıldı, sevgi bilincini, bolluk ve bereketi yaşamımda tecrübe etmeye başladım.
Her geçen yıl, yaralarım sarıldıkça, kalbimde muazzam sevgi tecrübe etmeye başladım. Neden kanseri hayatıma çektiğimi anladım. Bu muazzam idrak hayatımı dönüştürdü. Kendimi kabul etmeye, içimdeki nefreti ve yaşama ‘hayır’ dediğim yerleri görmeme neden oldu. Bedenimle ilişkimi, anne ve baba yaralarımı görmemi sağladı.
Şimdi Ege’de çocukluk hayalimi gerçekleştirebildiğim, kendi emeğimle kazanıp, eşimle kendi ellerimizle inşa ettiğimiz, her yerini kendi tasarladığım ve içinde mutlu bir yaşam sürdüğüm bir yaşantım var. Canım kadar değer verdiğim ailem, arkadaşlarım, tecrübelerimi aktardığım öğrencilerim ve gönül bağı kurduğum beni rüyalarında görüp sevgi tecrübe eden hiç tanımadığım insanlar, binlerce kalp var dokunduğum.
Şefkat okyanusunda yüzüyorum.
Karanlık test etmiyor mu, ediyor hala ve eminim hep deneyecek ancak artık beni kazanamayacak çünkü o ben artık yok. Olan bir şey varsa da o hizmete adalı bir yaşam.
Biliyorum ki yaşamım bazılarına ilham olurken bazılarına manasız, iddalı, alakasız, sert, ciddi ya da sıra dışı gelebilir. Bunları gayet iyi anlayabiliyorum, benim de gördüğüm yaşamları kendi şartlanmış zihnimle yorumladığım zamanlar oldu. Eyvallah.
Bugün şunu biliyorum ki her insanın yaşamı şahsına münhasır. Ne almak ne görmek istiyorsan onu görüyorsun dışındaki yaşamlarda.
Yani herkes sana seni gösteriyor.
İyi ya da kötü limitli zihne ait. Bu ikilemin dışına çıkınca farklı yaşamları, seçimleri, hikayeleri kolayca kabul edebiliyor insan.
Yaradan Bir ve Tek evet ama ona giden yollar ve hikayeler neredeyse sonsuz zenginlikte. Bu da O’nun yüceliğinin bir göstergesi değil mi?
Kendime dair keşfettiklerim bu makaleye sığamayacak kadar uzun ancak bu paylaşımların devamı gelecek gibi sanki. Benim amacım faydalı olarak sevgiye, insanlığa hizmet etmek ise, elbet bu bir şekilde devam edecek. Bunun için buradayım. Yaşamım buna adalı.
Hayatıma baktığımda hayallerimi gerçekleştirdiğimi görüyorum. Bundan sonrası için hayalin yok mu derseniz size yok derim, neden derseniz de cevabı bu satırlarla aktarmak istediklerimde saklı …
Meyvelerini vermeye başlayan nar ağacının gölgesinden sevgilerimle …
* Gülenay Pema’nın verdiği eğitimler ve yayınladığı makalerden haberdar olmak için sağ tarafta yer alan ‘Blog’u Takip Et’ kutusuna email adresinizi bırakabilirsiniz.
Önemli Not: Makelemde de belirttiğim gibi bu hastalığı aşmam ciddi çaba ve ispatlı tekniklerle bütünsel yoga terapi, homeopati ve beslenme düzenimde değişiklikler yaparak gerçekleşti. Bu konuda yurt dışında eğitimler alarak, benzer hastalıkları doğal yollarla atlatanlarla görüşerek ve kapsamlı bilimsel araştırmaları inceleyerek oldukça bilinçli adımlar attım. Kendime ve yaşadığım hastalığa etraflıca hakim oldum. Her hastalık kişiye has. Kişinin kendini ve bedenini çok iyi tanıması, hastalığı ve farklı tedavi yöntemleri hakkında kapsamlı bilgilere sahip olması şart. Benim hikayem tamamiyle şahsıma özel ve kendi sorumluluğumda. Burada aktardıklarım her hangi bir kişi için tedavi, önlem ya da teşhis niteliği taşımıyor. Hastalıklarınız için doktor desteği almanız gerektiğini yasal çerçevede de hatırlatmak isterim.