Manevi yolda ilerlerken bazı temel taşlarının atılması gerekiyor. Neden derseniz, bu temel taşları sağlam atılmazsa, tıpkı yükselmekte olan bir binanın çürük temeli gibi ufak bir sarsıntıda dengesi bozulur ve tüm harcanan emek yerle bir olur. Bir diğer benzetme de bir ağaç gibi olmak. Eğer bir ağaç olarak dallarının göğe daha da yaklaşmasını istiyorsan köklerinin toprakta bir o kadar sağlam olması, derinlere inmesi gerekir. Kölerin ne kadar cılız olursa o kadar çelimsiz olur, yükselemezsin, gerçek potansiyelini keşfedemezsin.
Manevi yolda ilerlerken ihtiyacın olan ve sürekli gelişmeye gebe iki temel taşı vardır:
Dürüstlük ve kişisel-sorumluluk.
Dürüstlük ne demek biraz açmak istiyorum. Dürüstlük denilince hemen herkes çok dürüst olduğunu hiç yalan söylemediğini öne söyler. Bu elbet bir yere kadar doğru olabilir ama tamamen doğru değildir. Basit yalanlar söylemediğimiz aşina zira o kadarını daha küçük çocukken öğrendik ailemizden. Ancak burada bahsettiğim dürüstlük daha derin bir mana taşır. Çünkü öyle anlar vardır ki yaralanmamak için, utanmamak için, korktuğumuz için dürüst olmamayı seçeriz, yalan söylemek gayet uygundur farkına bile varmayız. Yaşadığımız duygu o kadar yoğundur ki başedebilmek için, yaramızı sarmak için yaptığımız şeyin dürüstlük değerlendirmesini yapmayız, yakınından bile geçmeyiz çünkü acı vardır, utanç vardır korku vardır baskın olarak yaşadığımız. Ve o anda tüm yaşamımızı bu acıya indirgeriz çünkü her ne kadar spiritüel yolda ilerleyenler bu acının bir ilüzyon olduğunu söyleseler de sen hissediyorsundur, acı oradadır, canın yanıyordur. Kim ne derse desin içinde acıyı yaşıyorsundur ne ilüzyonu? Böyle bir durumda kendine nasıl dürüst bakabileceksin, acı, keder, üzüntü, yalnızlık, öfke, hırs, öc alma seni, tüm bedenini sarmışken, senin gerçekliğin bu duygular olmuşken nasıl kendine objektif bakabileceksin?
Manevi yolun kolay olduğunu kimse söylemez. Ancak yaşamla, gerçeklikle ve evrensel düzenle uyumlu yaşamak isteyenler, çektiği acıları tekrar tekrar yaşamaktan, kısır döngülerden, acılardan ‘artık yeter’ diyerek çıkmak isteyenler kendilerini tanımak, gerçeklikle yüzleşip, neden-sonuç üzerine kurulmuş yaşamı tecrübe etmek manasına gelen manevi yola, kalbin yoluna baş koyarlar. Evet zordur ama aynı acıları, üzüntüleri, öfkeleri, mutsuzlukları tekrar tekrar yaşama kısır döngüsünde olmanın artık yaşamlarından tıpkı kanser gibi yediğini gördüklerinde, işte o zaman kolları sıvayıp, arınma yoluna neden-sonuç ilişkisini, ekilen tohumların neler olduğunu cesaretle bakmaya koyulurlar.
Yolda ilerlerken, elbet duygular gelir, hatta daha derinlere indikçe, kendine daha yaklaştıkça sanki yolda geriliyormuş, ilerlemiyormuş gibi daha yoğun duygularla yüzleşmek durumunda kalırsın. Bazen bu duyguların esiri olursun ve kendinde olduğunu fark etmediğin şeyleri tecrübe etmeye başlar, yanlış yolda olduğunu düşünmeye başlarsın. Çünkü düşük ben, zihin yok olmamak için bu duygularla kendini sıkı sıkı tanımlamanı ister, bu duygulara objektif baktığın anda gücünü kaybeder ve yavaş yavaş yok olmaya başlar. Kendine dürüst olmaya başladığında, neden-sonuç ilişkisini görmeye başladığında duygular da dolu dizgin gelirler seni bozguna uğratmak için, sinsice planlarını yaparlar.
Zindanlarına hapsettiğin duygular, yıllarca orada güçlendiler, seni usul usul yönettiler. Şimdi kendine doğru yürüdüğün yolda, yüzleşme yolunda cesaretin arttıkça yüzeye çıkarlar. Neden, çünkü aydınlık getirirsin bu farkındalıkla zindanlara ve ışık geldiğinde karanlık kalmaz. Dürüst bakışının ışığıyla bu karanlık ortadan hemen kaybolmaz elbet; yıllardır hırsla beslediği acıları, duyguları üstüne salar. Yaraların irinleri dökülmeden iyileşemezsin. Bu irin nereden akacak? Kimin irini bu? Bu sorulara dürüstlükle bakmaya başladıkça şifaya yer açar, zaman tanır, emek verirsin. Şifalanma anlık olduğu kadar bir süreçtir de. Kendini kandırdığında, düşük benin esiri olduğunda bir an önce şifalanmak için hırs yaparsın ama bu seni ters tarafa götürür. Evet acıdan bir an önce çıkmak istemen yerinde bir taleptir ama zinhin ve bakışın bu şifa için yerinde bir kalitede değildir. Problemi çözmek için çözüm olmak gerekir, problem değil. Burada dürüst farkındalık çözümün anahtarıdır.
Bu evrede kişisel-sorumluluk devreye girer.
Dürüstlük ve kişisel-sorumluluk el ele ilerler. Ayrılmaz bir bütünün parçaları olarak.
Manevi olgunluğa gelmiş kişi yaşamda tecrübe ettiği acılar her ne olursa olsun, suçlama oyununa düşmez. Düşerse sağ duyusuyla, duayla ve sevgi ile yaptığının kendisini eski kalıplardan çıkarmadığını ve yaşamında nerelerde bunu tekrar ettirdiğini görür. Görmeye diyet eder. ‘Aynı olayı nerelerde yaşadım?’ sorusu kendi mutsuzluğundan dolayı başkalarını suçlamaya başladığın anda sorulacak sorudur. ‘Neden aynı şeyleri yaşıyorum? Kişiler değişiyor, olaylar değişiyor ama mutsuzluğum, yaram ve acısı tekrar ediyor. Kaynağı ne olabilir?’
Bu aşamada kendini suçlama gafletine düşenler de vardır. Bu da suçluluk oyununun bir parçasıdır. Kendine vereceğin değeri ise tam da buradan objektif olarak çıkarak bulabilirsin. Kendini suçlaman neye hizmet ediyor? Kendini suçladığında ne hissediyorsun? Mağduru mu besliyor? Çözüme giden yolu kişisel-sorumluluğu almaktan neden kendini alıkoyuyorsun? Hangi duygundan kaçıyorsun? Bu duygunun sana anlatacağı hikayeye neden sırt çeviriyorsun? Kendine olan, yaşama olan, evrene inancını nerede kaybettin?
Bu durumda iç-sabotajcı aktiftir.
İç sabotajcı kendine çevreden aldığı destekle envai çeşit neden üretip, haklı olarak üzgün olduğunu, yarasının ne kadar da gerçek olduğunu, saygı duyulması gerektiğini, karşınsındakinin ne kadar kötü olduğunu ve onu acıttığını herkese ikna ederek kendini devam ettirir. Bu oyunlar komplike egonun, düşük benliğin ezber oyunlarıdır. Bu yolda ilerledikçe bu oyunları anlarsın ve aynı tuzaklara düşmezsin. İç sabotajcının sana nasıl engel olduğunu, mutsuzluğunun, kendine söylediğin yalanların, ve değersiz hissetmenin yegane mesulü olduğunu görmeye başlarsın.
İşte burada iç-gözlemci aktiftir.
İç-gözlemci, sadece tanık olur. Yalın ve onaysız. Objektif. Arı, duru. Bulaşmadan tanık olur. Tıpkı nefes alışı ve verişi gözlemler gibi gözlemlersiniz düşüncelerinizi, hareketlerinizi, duygularınızı. İç-gözlemci, farkındalığın ve dolayısıyla algının gelişimi ile kuvvetlenir. İşte gerçek güçle kastedilen budur. Karanlığınıza yenilmezsiniz. İç-sabotajcıyı daha kafasını uzattığı anda farkeder, onun istediklerini yapmamaya başlarsınız. Yaşam tecrübeleriniz esastır, görürsünüz ektiğiniz bu düşünce, duygu, eylem ne biçtirecek size, ve ekmezsiniz.
İşte burada muazzam bir şey açığa çıkar.
Kendine muazzam değer ve şefkat hissetmeye başlarsın. Göz yaşların süzülür. Değer ve şefkat gözyaşların minnetle, şükürle karışır. O zaman anlarsın çırpınıp durduğun acıların, karanlıkların sana nasıl da kendini sevmeyi öğrettiğini. Birer ceza değil, geçilmesi gereken ders olduğunu. Orada diz çöker şükürle dua edersin. Kalbinden tüm dünyaya sevgi akar. O an ebediyete götürür seni. Kendini affedersin çünkü her hatan kutsaldır, seni aşka getirendir. Bunu anlarsın, tüm varlığınla.
Bu anı tecrübe ettikten sonra artık kimse senin yolunda duramaz, kimse derken o kimse düşük benin aracılarıydı. İçsel-sabotajcının askerleriydi. İçsel sabotajcının gözünün içine, kalbindeki dürüstlükle, cesaretle bakıp onlara göz dağı verdiğinde dışındaki sabotajcıların tıpkı üflediğinde kalkan tozlar gibi yok olduğuna şahit olursun. Yaşamın senin yanında olduğunu her attığın adımın desteklendiğini, kendine doğru, özüne doğru yürüdüğün bu yolda bir an bile yalnız olmadığını, görürsün. Sevgi kalbinden taşar, minnet gözyaşların süzülür. Tüm evrenin yerli yerinde, ahenkle dans ettiğini görür, dansa teslim olursun. Bundan sonra yaşayacakların tarif edilemez, kelimeler kifayetsiz, sıradan olur. Yaşanır ve orada ‘sen’ yoksundur, ‘ben’ yoktur, orada hiç bir şey yok ama her şey vardır.
Her şey vardır, sen yoksundur. Ve hiç bir şey yok, sen varsındır.
*Eğitim ve makalelerden haberdar olmak için sağ tarafta yer alan ‘Blog’u Takip Et’ kutusuna email adresinizi bırakabilirsiniz.