Hayatın amacı nedir? Amacınız nedir?
Klişe olduğu kadar önemli bir konu. Birçok kişiye ilham verdiği kadar uğraştırmış, başarılı olduğu alanlarda dahi kalbinin tatmin olmadığını hissedip arayışı sürdürmeye devam ettiği bir konu.
Çoğu zaman hayatın amacından bir “şey” olarak, uğrunda yaşamamız gereken bir ideal, netleştirmemiz gereken bir tanım olarak söz ederiz. Onu bulduğumuzda ise onu yaşamaya koyulabiliriz.
Ben onu bir “şey” olarak görmüyorum. Bir “şey” olsa bulunabilirdi. Bir kaya parçası ya da bir köy gibi. O içinizden açığa çıkan ve onu sizin dışınızdaki dünyaya vermenizi isteyen bir karşılaşma, bir duruş, bir potansiyel.
Yaşam amacımız, büyük yaradılış oyunundaki rolümüz…
Amacınız, büyük hayat tiyatrosundaki rolünüzü yerine getirmek.
Ve bu rol önceden yazılmış değil.
Yüce Yönetmen, performansınızı yargılamayacak. Konuşan bir robot gibi tekrarlamanız gereken replikleriniz yok. Uymanız gereken doğru bir senaryo da yok.
Ama bu demek değil ki yaşam belirsiz. Esasen rolünüz yazılmış olmasa da bir şekli var, yani yol yordam doğduğunuz anda sizinle. Buna potansiyel yetenek diyoruz.
Size bir isim ve bir yaradılış verilmiş. Bir tat ve his verilmiş. Bir geçmiş ve olası bir gelecek de. Ruhun bu hatlarını değiştiremezsiniz.
Görevimiz, rolümüzü yaşamak ve onu oynadıkça açığa çıkarmak, oynadıkça onu keşfetmek. Ortaya çıkan hikayeyi doğaçlarken karakterimizin orijinal doğasına dalmak.
Yaşam amacımızın yolunda yürürken en gizemli çatışmaları oynamalıyız. Yönetmenin talimatına teslim olarak, doğaçlama oluşturduğumuz anlatımlar yaratarak.
Ve evet her ikisini de yaparak.
Teslimiyet içinde aktif rol alarak. Ben buna aktif teslimiyet diyorum. Çünkü sanılanın aksine teslimiyet eli kolu bağlı, boyun eğmek demek değildir. Boyun eğme fikri insan zihnine ait bir olgu iken teslimiyet ilahidir. Böyle olduğunda içimizde nasıl bir sese ve ne şekilde teslim olduğumuzu dinlemek önemli tabi.
Teslimiyet dışsal bir insana ya da olaya değil, içsel bir hissedir. Örneğin, yaşamın bana sunduğu ve değiştiremeyeceğim olaylara teslim olabilirim, şikayet edip hayıflanmak ya da birilerini ya da kendimi suçlamak yerine, durumu olduğu gibi kabul edip, neden-sonuç ilişkisini görmeye ve bu olaydaki sorumluluğumu almaya aktif olarak koyulabilirim. Bu durum olayın iplerini kendi elime aldığımı, kendi yaşamımın ve getirilerinin kendi sorumluluğumda olduğunu, artık dışardan gelenlerin bana kendimi daha iyi tanımam için birer göstergeden başka bir şey olmadığını anlarım.
Bu muazzam bir idraktir.
Burada aktif teslimiyet vardır.
İsyan etmeyip, neden böyle bir durumun ya da acının ya da kaybın ya da negatif bir durumun içinde olduğumu anlamanın yollarını ararım; bu olaya benim katkım nedir? Bu hisleri hissetmemde nasıl bir katkım olabilir?
Tabi burada yine orta yolu bulmamız, yolu gereğinden fazla engebeli hale getirmekten bizi korur. Yani; evet doğru, yaşamdaki her şeyden kişi kendisi sorumludur, tesadüf yoktur, ancak bu ‘herşey’in neden ve nasıl olduğunu bulabilmek için bir ömür yetmeyebilir. O nedenle, ilahi oyunun tesadüfi olmadığı ve her şeyin bir nedeni olduğu ve bazen bu nedenin bizim o andaki bilinç seviyemizin ötesinde olduğu gerçekliğini hatırlamalıyız. Bu şekilde kendi kendinizi dövmez, mükemmelliyetçilik tuzağına düşüp vakit kaybetmez, yaşamı tatsız hallerde sürdürmeye destek olmazsınız.
Bazen bazı durumlarda biliş hali gelebilir, ama bazen de gelmez, bu böyledir. Zihin ve tecrübeler limitlidir. Zihin sadece yaşadığını ve öğrendiğini bilebilir. Karşınıza çıkan zorluğa her yönü ile vakıf olsaydınız zaten orada olmayı seçmezdiniz. Bu da demek oluyor ki henüz bilinçli olarak seçemediğim ve vakıf olamadığım konular var.
Elimizden geleni yaptığımızı kalpten hissettiğimizde, biraz daha teslimiyet haline yani, dinlenmeye ve şükür haline gelebiliriz. Konu çözülmemiş olsa dahi, eylem ve dinlenme arasındaki uyumlu dengeyi bulmak yaşamı doğal akışına döndürür.
Aktif teslimiyet halinde kullandığım araçlar ise potansiyel yeteneklerimdir. Bu yetenekler yaşam oyununda özellikle zorlu ve negatif anlarda kullanıldıkça güçlenir, yetkinleşir. Yeteneklerinin farkına varan bir kişi yaşam amacını keşfetmeye başlamıştır.
Yaşamda sessizlik anlarında açığa çıkan usul bir öğreti vardır, adına kalbin öğretisi dediğimiz. Tek şartı içsel sessizliktir. Bu hal gerçekleştiğinde içses belirgin olur. Öz-benlikten gelen şefkat bilgeliği ile dolu içsözler.
Ötenizden gelen fısıltılar. Yüce Kalp tarafından söylenen fısıltılar. O, oyunun yönetmeni ve bize ipucu ve yönlendirmeler verir.
Peki, içsesi duyacak kadar sessizleşebilir misiniz?
Kalpten gelen yönlendirmeler her zaman dinlemek veya izlemek istediğiniz türden olmayabilir. Bu altın değerindeki sözler, sizi öylece hemen özgürlüğe ve akışa taşımazlar. İlk temasta daha önce tatmadığınız güzellikte bir huzur ve coşku olur ancak bunun hemen sonrası yüzleşmeler olması kaçınılmaz. Hakiki huzur ve coşkuda kalmayı sürdürmenize engel tüm bağımlılıklarınızla yüzleşmeye yönlendirilirsiniz.
Dile getirmekte en çok zorlandığınız konuşmalara yönlendirilirsiniz.
Dürüstlük olgusunu tekrar tekrar tanımlayacağınız, hayatınızı ortaya koyacağınız yerlere götürülürsünüz.
Materyal alemde her şeyin bir bedeli olduğunu tecrübe ediyoruz, manevi alemin bedeli de kalbi bağımlılıklardan, negatif tekrarlardan ve dolayısıyla sevgisizlikten arındırma çabasıdır.
Bu süreç zorlu olsa da muazzam mükâfatlı, paha biçilmez bir süreçtir. Karanlık karşılaşmalarda kendi doğanızı gerçek anlamda öğrenirsiniz. Bunu öğrenmenin başka bir yolu da yoktur, acıların bilgeliği içinden geçerken öğrenilir.
Karanlık köşelerle yüzleşildiğinde, virajlar dönüldüğünde, karanlık harika ve alçakgönüllü yeni bir ışığa dönüşür.
Gurur tevazuya, nefret sevgiye, korku cesarete dönüşür.
Kendi kalbiniz hangi rotayı izlemek istiyor?
Bu size bağlı. Kozmik bir taslakta belirlenmiş değil. Seçtiğiniz hareketler, görünmez bir kukla ustası tarafından yönetilmiyor. Büyük doğaçlamada size bir rol verildi. Size, nadir bir hediye olan spontanlık armağan edildi.
Kalbinizin niyetine, kendi karakterinizin arzusuna güvenmelisiniz. Hikayenin nasıl bitmesini istiyorsunuz? Final olasılığına doğru kendi temanızın nasıl ilerlemesini seçeceksiniz?
Bu yolculuk önceden belirlenmiş değil. Sonu da perde kapanmadan bilinemez, şayet kapanacaksa. Burada mesele, ne olması gerektiğine uyum sağlamak değil, açığa çıkan hikayenin hareketini izlemektir.
Bu sürprizlerle dolu, engebeli ve virajlı bir keşif. Keyifli bir adım… zorlayıcı bir sıçrayışa doğru giderken utanç verici bir tökezlemeye dönüşen ve sonrasında yeni bir keyifli adıma açılan.
Ve bunlar sizin atmanız gereken adımlar.
Başrol sizin değil, üzgünüm ama değil. Şovun yıldızı siz değilsiniz. Ama bunun nedeni, sizden daha etkileyici olan bir kişinin sizden üstün olması değil. Bunun nedeni bu oyunda baş rol olmayışı. Seçilmiş bir yıldız olmayışı.
Bu bir topluluk eseri. Yaratılmış olanların en harikası. Dünya sahnesinde oynanan, en şoke edici dönemeçlere ve en keskin çözülmelere sahip muhteşem bir epik oyun.
Sevgilerimle,
*Gülenay Pema’nın verdiği eğitimler ve yayınladığı makalelerden haberdar olmak istiyorsanız sağ tarafta yer alan ‘Blog’u Takip Et’ kutusuna email adresinizi bırakabilirsiniz.