Sessiz olmak kolay birşey değil. Dışarda ve içerde buna engel teşgil eden birçok olgu var. Velhasıl gerçek sessizliğin tadına birkez varan, yerine başka hiçbirşey koyamaz. Bağımlı olur, tekrarı için çabalar.
Lakin bu öyle birşeydir ki istemekle, arzulamakla da gelmez insana, tam tersi, tüm arzuları, istekleri dipsiz bir kuyuya atıp, koyverince, özgür kalınca usul, usul gelir.
Çaktırmadan gelir, gelişini belli etmez, ama gidişi gün gibi açık olur.
Zira gittiğinde kalbinizi söküp almışlar, kolunuzu kesip atmışlar gibi eksik hissedersiniz. Sonra da “ne yaptım da geldi, ne yapmadım da kalmadı?” diye sorgulamaya başlarsınız. Ama nafile.
O, özgürlüğün kendisi olan sessizlik, sizden bağımsız, gelir, biraz kalır ve gider…
Geldiğinde “ben” kalmaz, olmaz, bir tek “sessizlik” olur. O yüzden de bilincinizi yitirmiş gibi olursunuz o süre içersinde, aynı zamanda da hiç olmadığınız kadar berraksınızdır.
“Sessizlik, şu anda, her anda, eğer içinde gerçekten var ise, ihtiyacın olanı getirir. İnanılacak birşey yoktur. Kendime inanmayı bıraktığımda, bu güzelliğe ulaştım. Sessizce otur, ve “Daha da sessiz ol” diyen sesi dinle. Öl ve sessiz ol. Sessizlik, öldüğünün kesin işaretidir. Eski hayatın ordan oraya koşuşturan, sessizlikten kaçan bir yaşamdı. Bu korku temmelli düşünce karmaşasından çık. Sessizlik içinde yaşa”. Mevlana
Ölüm kelimesi bile ürküttü değil mi? Oysa burada bu güzelik, sessizlik içinde ölüm gibi korkunç bir şeyin ne gibi yeri olabilir? Aslına bakarsanız dünyaya ilk geldiğimizde ağlayarak geliyoruz. Bu dünya ağlanacak bir dünya mıdır? Sonra her yılı ümütle bekleyip, doğum günlerinde mutlu oluyoruz, içimizde hep bir eksiklik hissiyatı olsa da, aslında bir yıl daha ölüme, ecele yaklaşmış olsak da, bunu kutluyoruz. Önce bu gerçeklikle ciddi bir çekilde yüzleşmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Ölüm nasıl bir anda geliyorsa, biz de her ana ölebiliriz.
İşte ancak her ana öldüğümüzde sessizlik yerini alır. Kimliğimize, alışkanlıklara, yargılamalara, olaylara, görünenleri sürekli tercüme etmelere, ölmek…
Sessizlik ölümden önce, yaşamdan önce, aşktan önce gerek. Eğer birisini seviyorsanız, aşıksanız o kişiyle, sessizce oturursunuz. Konuşarak, o özel anı kelimelerin kifayetsizliğiyle bozmak istemezsiniz. El ele tutuşup, o anın sessizliğini yaşarsınız. Eğer konuşup durursanız, o kişiyi yok sayıyorsunuz demektir, konuşup duruyorsanuz, aşk gerçekten o anda değil, orada yok demektir.
Eğer yaşamı seviyorsanız, konuşma da son bulur. Çünkü her an yaşamın kendisiyle öyle doludur ki, gevezeliğe yer kalmaz. Hayatın her anı size bir sel gibi coşkuyla akar, gevezelik, dedikodu orada barınamaz.
Her anı bütün olarak yaşadığınızda, zihin de sessizleşir.
Yemek yerken, birşeyler içerken, hayat içinize giriyor, yemek olarak, su olarak. Susayıp da kana kana su içerken, hayatın serinliği içinize su olarak akarken nasıl konuşup durabilirsiniz ki? Susuzluğunuz yok olurken, bu yok oluşa tanık olun, sessizlik içersinde. Bütünüyle su olun, suya müteşekkir olun.
Sesizliği yaşamak için önemli birşey gerek, farkındalık.
Farkındalık iç sessizliğinizle sizi içiçe yapar. İç sessizliğinizle bağınızı kaybettiğinizde, kendinizle olan bağınızı kaybettiniz demektir. Kendinizle bağınızı kaybettiğinizde de dünyayla bağınızı kaybedersiniz.
Ne zaman etrafınızda dinginlik varsa, onu dinleyin. Farkına varın. Dikkatinizi ona verin. Dış dinginliği dinlemek yavaş yavaş içinizdeki sessizliğe uyanmanızı sağlar. Dinginlikle sessizliğe ulaşabilirsiniz.
Etraftaki sessizliği fark ettiğinizde ise, zihniniz düşüncelerden arınmış demektir, o an için. Farkındasınız ama düşünmüyorsunuz, tanımlama, yorumlama, düşünce yok.
An’dasınızdır. O an da. Binlerce yıllık kolektif insani şartlanmalardan çıkmış olursunuz.
Bir ağaca, çiçeğe, bitkiye bakın. Tüm farkındalığınızı onun üzerine bırakın. Ne kadar dinginler… Varlıklarına kök salmış, öylece duruyorlar, ne açmak, ne solmak, ne gitmek, ne de gelmek gibi bir dertleri, düşünceleri var.
Bırakın doğa size dinginliği öğretsin.
Bir ağaca tüm farkındalığınızla baktığınızda, siz de dinginliğin kendisi olursunuz. Derin bir bağ oluşur aranızda. Bu dinginlikle herşeyle birlik olursunuz. Birliğinizi hissetmek, gerçek sevginin, aşkın ta kendisidir.
Dışarıda gürültü olsa bile, eğer gerçekten sessizlik içinde, sessizlikle bir iseniz, gürültünün altındaki sessizliğin farkındasınızdır. Gürültü bu sessizlik zemininde oluşur. Tıpkı müzikde de olduğu gibi. Sessizlik olmazsa müzik de olmaz.
Bu sessizlik, farkındalık yaşamınızın zemini olduğunda, duyularınız, düşünceleriniz herşey objektif, yargılamayan, tanımlamayan farkındalıkla izlenir.
Herhangi bir rahatsız edici ses bile sessizliğe yardımcı olur. Nasıl mı? Gürültüye olan tepkinizi, şartlanmanızı bıraktığınızda. Gürültüyü olduğu gibi kabullendiğinizde… İşte o zaman, bu tepki bırakılınca, yerine iç huzur, dinginlik gelir. Çünkü herşeyin özünde sessizlik, dinginlik, huzur vardır.
Her ne zaman anı olduğu gibi, her nasılsa o şekilde, tanımlamadan kabullendiğinizde, o ana teslim olduğunuzda, dinginsinizdir, sessizliksinizdir.
Düşüncelerinizin geçişine dikkat edin, satırların arasınının, nefes alış ve veriş arasındaki salisenin, muhabbet sırasında kelimelerin arasındaki boşluğun, piyanonun tuşlarının arasının, müziğin notaları arasındaki es’in farkında olun.
Tüm bunların farkında olduğunuzda “birşeylerin farkındalığı”, yanlızca farkındalık olur. Derinlerinizden yalın, saf bir bilinç kendini gösterir, şekil ve tanımlamanın dışında.
Gerçek zeka, kreatif fikirler, çözümler bu sessizlik içinde oluşur.
Tüm yaşamın özü sessizliktir.
Peki gerçek sessizlik ve sahte sessizlik arasındaki fark nedir? Sahte sessizlik her zaman zorlanmış olandır, belirli bir efor, çabayla ulaşılır. Spontane değildir, size kendiliğinden “olmamıştır”. Siz yapmışsınızdır. Sessizce oturuyosuzdur ama içiniz huzursuzdur. Bastırırsınız ve o zaman da gülemezsiniz. Üzgün olursunuz çünkü gülmek tehlikeli olur. Gülerseniz bu sessizliği kaybedersiniz. Gülmek bastırılmışlığı bozar. Gülerseniz herşey açığa çıkar. İşte eğer böyle bir durumdaysanız hem sessiz, huzurlu olup hem de gülemiyorsanız, bu gerçek, içsel sessizlik değil, sahte sessizliktir. Korku vardır ve korku küçük benliğe aittir.
Gerçek sessizliği hiçbirşey bozamaz. Herşey gelişmesini sağlar.
Sessizliğin genel anlamını, varlığını anlattıktan sonra, nerelerde bu sessizliğin farkına varabiliriz, onu sıralamak istiyorum. Biraz daha kolaylamak için bu konuyu.
– Kelimelerin Sessizliği: İletişim sırasında kullandığımız kelimeler eğer kalbimizin derinlerinden, iç sessizlikten gelmiyorsa, tesiri de bir o kadar geçici, uçucu olur. İç sessizlikten gelen kelimeler, karşımızdaki insanın derinlerine işler. Bu şekilde sözlerimiz altın olur, kalıcı olur.
– Hareketlerin Sessizliği: Yapacak çok şey var, ve biz hepsini aynı anda yapmak istiyoruz. Sessizlik içinde olduğumuzda bizim için gerekli olanı ayırdedebilme yetisine sahip oluruz. Bize enerji ve zaman kaybettirecek şeylerle gereksiz yere meşgul olmayız. Motivasyonumuzu doğru hareketlere, olaylara yönlendiririz. Yarı istekli işlere girişmeyiz. Sessizlik denizinde, varlığımızın dalgalarında surf yaparızJ
– Hayallerin Sessizliği: Yaşadığımız modern, tüketim dünyası, reklamlar, filmler bize sürekli ne hayal etmemiz gerektiğini söylüyor. Rüyalarımızı bize anlatıyorlar, henüz görmediğimiz rüyalarımızı. Oysa ki bu tür hayallerin zemininde materyalizm ve geçicilik var. İnsanın ruhuna kalbine değil de cebindekine hitap ediyorlar. Sessizliğin içinde hayallerimizi keşfetmek, bizi yaşamın gerçekliğine taşır. Gerçek değer yargılarımıza bağlar. Günlük yaşama getirir, kaçışlardan uzak. İşte o zaman da gerçek kreativite ile hayal kurup, bu hayallere ulaşmak için gerekenleri de fark ederiz.
– Hafızanın Sessizliği: Yaşamsal aktiviteler için hafıza elbette gerekli. Ancak yıllar boyunca biriktirdiklerimiz, onların hangileri gerçekten gerekli? Geçmişimiz, şimdiki zaman ve geleceğimiz hafızamızda kayıtlı. Gerekli olanı alıp, gereksizleri bırakmak, bu bilgi dağında boğuşmamak, hafızanın sessizliğine bırakmak kendimizi…
– Varlıkların Sessizliği: Birisini gördüğünüzde hemen o anda o kişi ile daha önce olan münasebetinizden oluşmuş bir imaj aklınıza gelir. Aradan yıllar geçmiş bu insan bambaşka biri olmuş olabilir. Ki bazen yıllar bile geçmesi gerekmez, o kişi sizin ona giydirdiğiniz imajdan daha farklı birisi olmuş olabilir, ki gerçekte de bu böyledir. İşte kafamızdaki bu film ve seneryoları bırakmalı, sessizlik içinden çevremizdekilere bakabilmeliyiz.
– Kalbin, hislerin Sessizliği: Kalp farklı hislerin yer aldığı yer… Sevginin kaynağı. Kalpteki sessizlik, buradaki hislerin saflaşmasını, sevgi alış verişinin kolayca akmasını sağlar. Gereksiz bağlılıklardan arındırır. Kalbin sessizliği hayata güveni getirir. Güven de hayata başlı başına farklı bir anlam verir.
Sekizyüzyıl önce Mevlana’nın dediği gibi;
Yüce bir sessizlik beni alır götürür,
Merak ederim de, neden lisan kullanmayı düşünmüşüm ki?
Gülenay Pema Antep