Anne…
Herkes için farklı manaya geliyor ‘anne’ kelimesi.
Kelime anlamının halihazırda dolu dolu olmasının yanında her birey için ‘anne’ farklı yaşlarda, farklı dönemlerde kişiye özel hissiyatlar demek.
Herkesin anne hissiyatı kendine özel.
Aynı şeyi acılar için de söyleyebiliriz.
Herkesin acısı kendisine özel.
Kimsenin diğerinden daha fazla acı çektiğini söylemek doğru olmaz çünkü birisi ölüm yaşar etkilenmez, diğeri annesinden yeterince sevgi göremediğini hissettiği için derin keder içinde acısının nedenini bile anlayamadan bir ömür geçirir.
Öyleyse acı da kişiye özel ve ancak yaşayana bir mana ifade eder.
Anne hissiyatı gibi.
Peki bu ikisi bir araya geldiğinde ne oluşur?
Varoluşmuzun köküne kadar gidebilecek bir yaradan bahsediyor olabiliriz.
‘Anne’ olgusu ister fiziksel olsun ister olmasın hepimizin içinde sürekli yaşattığımız bir hissiyat. Kendimiz anne olduğumuzda farklı bir hal alan, anne olmasak dahi ‘annelik’ içgüdüsü ile yaşadığımız olaylar…
İlişkilerde ‘anne’ ve ‘annelik’ rolünü farklı durumlara göre değiştirebiliyoruz. Kadın arkadaşlar olarak birbirimize ya evladımız gibi davranıyoruz, annelik yapıyoruz ya da anne arıyoruz.
Tüm maskülen ve feminen enerji makalelerimde de yazdığım gibi her insan hem maskülen hem feminen enerji taşır. Yaşamda ilişkiler aracılığı ile bu ikisinin uyumlu dansını keşfetmeye çalışır, kendimizi tanırız. Her dansta olduğu gibi bu dansın da farklı stilleri ve müzikleri var elbet. Ancak bu makalede anne enerjisine odaklanmak istiyorum.
Annemizle yaşadığımız ilişkinin diğer ilişkilerden farkları var elbet ama en temel farklı bu bağın sürekli olmasıdır.
Yaşadığımız ilişkilerin bazıları biter, yenileri başlar ama anne ile olan ilişkimiz daimidir. Annenizle duygusal olarak nerede olursanız olun, his bağımız hep tazedir. Annemiz fiziksel olarak yanımızda olmasa dahi bağ hep oradadır. Ancak bu bağ annenin kimliği gibi geçici bir olguya değildir, daha derin bir şeyedir.
Annemizle bağımız anne rahmine düşmemiz ile başlar ve dokuz ay anne ile birlik tecrübe ederiz. Anne ile yaşanan bu birlik aslında yaşamla hissedilen birliktir. Dokuz ay korunaklı bir alanda bu bağ sağlamlaşır. Annemizle kurduğumuz bu bağa, alışırız. Dünyaya gelen bebek, akciğerlerine oksijen dolduğu andan itibaren rahmin korunaklı hissiyatını kaybetmenin şokuyla, tekrar bu güveni bulabilme arayışına girer. Birey için tüm ilişkiler kaybedilen bu bağın bir arayışı halini alır.
Karşı cins ile olan ilişkilerimizde bu bağı arar, kaybettiğimiz güveni tekrar kurabilmek üzere ilişkileri kurgular ve olayları yansıtırız. Annemizden dolayısıyla yaşamdan koptuğumuz an, ilk yaramız oluşur. Yaşam boyunca da bu yarayı başkalarının aracılığı ile iyileştirmeye çalışırız.
Devamını okumak için tıklayın.
Anne…
Herkes için farklı manaya geliyor ‘anne’ kelimesi.
Kelime anlamının halihazırda dolu dolu olmasının yanında her birey için ‘anne’ farklı yaşlarda, farklı dönemlerde kişiye özel hissiyatlar demek.
Herkesin anne hissiyatı kendine özel.
Aynı şeyi acılar için de söyleyebiliriz.
Herkesin acısı kendisine özel.
Kimsenin diğerinden daha fazla acı çektiğini söylemek doğru olmaz çünkü birisi ölüm yaşar etkilenmez, diğeri annesinden yeterince sevgi göremediğini hissettiği için derin keder içinde acısının nedenini bile anlayamadan bir ömür geçirir.
Öyleyse acı da kişiye özel ve ancak yaşayana bir mana ifade eder.
Anne hissiyatı gibi.
Peki bu ikisi bir araya geldiğinde ne oluşur?
Varoluşmuzun köküne kadar gidebilecek bir yaradan bahsediyor olabiliriz.
‘Anne’ olgusu ister fiziksel olsun ister olmasın hepimizin içinde sürekli yaşattığımız bir hissiyat. Kendimiz anne olduğumuzda farklı bir hal alan, anne olmasak dahi ‘annelik’ içgüdüsü ile yaşadığımız olaylar…
İlişkilerde ‘anne’ ve ‘annelik’ rolünü farklı durumlara göre değiştirebiliyoruz. Arkadaşlarla da birbirimize ya evladımız gibi davranıyoruz, annelik yapıyoruz ya da anne arıyoruz.
Tüm maskülen ve feminen enerji makalelerimde de yazdığım gibi her insan hem maskülen hem feminen enerji taşır. Yaşamda ilişkiler aracılığı ile bu ikisinin uyumlu dansını keşfetmeye çalışır, kendimizi tanırız. Her dansta olduğu gibi bu dansın da farklı stilleri ve müzikleri var elbet. Ancak bu makalede anne enerjisine odaklanmak istiyorum.
Annemizle yaşadığımız ilişkinin diğer ilişkilerden farkları var elbet ama en temel farklı bu bağın sürekli olmasıdır.
Yaşadığımız ilişkilerin bazıları biter, yenileri başlar ama anne ile olan ilişkimiz daimidir. Annenizle duygusal olarak nerede olursanız olun, his bağımız hep tazedir. Annemiz fiziksel olarak yanımızda olmasa dahi bağ hep oradadır. Ancak bu bağ annenin kimliği gibi geçici bir olguya değildir, daha derin bir şeyedir.
Annemizle bağımız anne rahmine düşmemiz ile başlar ve dokuz ay anne ile birlik tecrübe ederiz. Anne ile yaşanan bu birlik aslında yaşamla hissedilen birliktir. Dokuz ay korunaklı bir alanda bu bağ sağlamlaşır. Annemizle kurduğumuz bu bağa, alışırız. Dünyaya gelen bebek, akciğerlerine oksijen dolduğu andan itibaren rahmin korunaklı hissiyatını kaybetmenin şokuyla, tekrar bu güveni bulabilme arayışına girer. Birey için tüm ilişkiler kaybedilen bu bağın bir arayışı halini alır.
Karşı cins ile olan ilişkilerimizde bu bağı arar, kaybettiğimiz güveni tekrar kurabilmek üzere ilişkileri kurgular ve içsel olayları yansıtırız. Annemizden dolayısıyla yaşamdan koptuğumuz an, ilk yaramız oluşur. Yaşam boyunca da bu yarayı başkalarının aracılığı ile iyileştirmeye çalışırız.
Elbette ilişkiler kendimizi açıp, hassasiyetimizin artacağı ve kendimizi dönüştüreceğimiz muazzam deneyimler. Ama ilişkiyi dönüşüm aracı olarak kullanmak, karşımızdakinin aynalığından, ona yansıttıklarımızdan oluşan tepkilerden kendimizi tanımak yerine, ilişkide olduğumuz kişiden anne yaramızı iyileştirmesini beklemek kendimizi içinden çıkamayacağımız kısır döngülere hapseder. Bu duruma birçoğumuz vakıf.
Padadoks şudur; her ne kadar ilişkideki kişiden yaramızı iyileştirmesini beklemesek de, iyileşmek ve kendimizi tanımak için o kişiyle ilişkiye ihtiyacımız olabilir. Belki tüm yaşam boyunca değil ancak derin seviyede kurduğumuz ilişkiler en derin dönüşümlere araçtır. İlişkiler yaşamın üniversitesidir.
Yaşadığımız ilişkide annemizin bize verdiği sonsuz sevgi ve desteği tekrar tecrübe ettiğimiz birlik anları olur, bazen kısa bazen uzun. Tekrar ana rahminde gibi huzurda ve güvende hissederiz. Ve kendimizi açarız. Ta ki karşı tarafın yaralı çocuğu aktif olana kadar. Onun da anne rahmini aradığını unuttuğumuz anlarda ilişkide kopukluk tecrübe etmeye başlar, kendimizi boşlukta hissederiz. Partnerimiz bize o samimi güven ve sevgi dolu hissiyatları artık vermiyordur. Ve boşluk duyguları ile kayıp hissiyatına akarız. Yaramız kanamaya başlar.
İlişki içinde yaşanan ve ayrılıkla sonuçlanan durumlar bize çocukken hissettiğimiz, yanlızlık, terkedilmişlik, dayanılmaz acı, endişe ve huzursuzluk hissiyatlarını getirir. Çocukken bu tür durumları tecrübe ettiğimizde ya oyuna kendimizi vererek, ya umursamayarak ya da amnezya dediğimiz anlık unutma halleri tecrübe ederek acı ile baş ederdik. Çocuğun elinden gelenler budur. Tabi bu durumlarda acı değişmez, bilinçaltına hapsolur.
Peki bu acılarla yetişkin halimizde ne yapacağız?
Kaçmayacağız…
Acıların erimesi ve tekrar etmemesi için onları hissetmeye izin vermeliyiz. Yara bu şekilde dönüştürülür. Çocuk için yarayı hissetmek ölüm gibidir ama yetişkinler olarak biz, acının tam ortasında kalarak, onu başkasına yatsımayarak gerçekten yaşamaya başlarız. Kendimizi reddetmeden.
Bu acılar bize dair… Acı nihai değil, ancak bize dair. Kendini kabul etmekle kasıt budur. Her şeyin olduğu gibi acı da geçicidir. Geçmesi için acının ortasında suçlama ve kendine acıma oyunlarına düşmeden kalabilmektedir çözüm.
Acıyı hissetmemek adına birçok şeyle meşgul oluruz. Buna kendini oyalama da diyoruz. Yemekle, gereksiz konuşmalarla vakit öldürmekle, alışveriş yaparak, onay arayarak, internette oyalanarak, başkalarına sormadıkları halde destek vermeye çabalayarak, uyuyarak ya da çok çalışarak. Yeter ki unutalım, uyuşalım. Ama yaralar orada.
Çocukken yaşadığımız her şey yaşam algımızı oluşturur. Çocuk negatif-pozitif ayrımı yapamaz. Sadece duyguları yaşar ve depolar. Bu durumda ayırt edilmemiş bir çok tecrübe yaşamı manalandırır. Ve zaman içinde dürtülere dönüşür.
Bu nedenledir ki yaşanılan travma çocuk için yaşam manası taşır. İyi ya da kötü değil, yaşam. Ve bilinçaltına itilen bu duygu yetişkin yaşamda tekrar tezahür eder. Çünkü kişi için travma yaşam demektir. Öyleyse yaşam tecrübesine orjinal travmayı tetikleyecek tecrübeler çağırılır. Kangrenli, bir türlü bırakılamayan, obsesyon ve çatışma içinde olan ilişkilerin kök nedeni budur.
Yaşadığını hissetmek için anne yarasına benzeyen ilişkiler tekrar çağırılır.
Makalenin başında annemizin kişiliğinden bağımsız bir bağın ipucunu vermiştim. İşte bu bağ annemizin kimliği ile değil içsel-anne ile olan bağdır.
İç-anneyi dönüştürdüğümüzde şifalanma başlar. Bu dönüşüm sağlıklı, yeni ve yaralardan özgür bir otantik birlik hissiyatına yol verir.
Annenin yokluk hissiyatı yaşamda bir çok tecrübe ile tetiklenir. Negatif tetiklendiği gibi olumlu tetiklenmeler de olur. Örneğin, birisi tarafından daha önce hiç hissetmediğimiz şekilde sevildiğimiz, değer ve saygı duyulduğumuz anlar. İki durumda da annemizden koptuğumuz o anı hatırlarız. Ve iki durumu da anne bağını şifalandırmak için kullanabiliriz.
Bu durumlarda yapılması gereken şey, kendimizle, hissettiklerimizle kalabilmek. Bu anlarda kendimize sessiz alanlar oluşturmak, şifaya zaman vermek, emek vermek, ümidi bırakmadan. Kendini sevmek, kişisel değer bu anlarda çiçeklenir.
Hissiyatlarımızı açığa çıkarak karşımızdaki kişilere duyguları yüklememek ise kilit noktadır. İster olumlu ister olumsuz olsun, karşımızdakinden beklentiye girdiğimiz anda kendimizden ve iç-annenin şifalanmasından uzaklaşırız. Bu tuzağa düştüğümüzde bu hissiyatları bize o kişinin hissettirdiği yanılgısına geliriz ve gereksiz bir bağ kurulmaya başlar, beklenti odaklı.
Şifa için anahtar bilinçli olarak çocukken yaşadığımız dayanılmaz yalnızlık duygusunun içinde kalarak kendimize derinlerden fısıldamak ‘sevilmeyi hak ediyorum’, ‘ben bu dünyada değerli bir varlığım’, ‘yeteneklerim değerimin bir göstergesi’, ‘ben değerliyim’, ‘yaşamdaki güzellikleri hak ediyorum’.
Tecrübe ettiğimiz boşluk hissiyatını dış araçlarla doldurup, kaçmamak çok zorlayıcı olabilir. Günümüzde bir çok insan bu yüzden ilaç, alkol, yemek bağımlısı…
Yaşadığımız yalnızlık, terkedilmişlik, değersizlik duyguları, duygu olarak gerçektir çünkü çocukken bu duyguları tecrübe ettik. Ancak nihai olarak yanılsamadan başka bir şey değiller. Çocuk için gerçek olduğu için travmaya dönüşür. Çünkü çocuğun anne ile olan iletişimi yaşam-ölüm ilişkisidir. Çocuk için anne-baba Yaradan’ın kendisi, yaşamın kendisidir.
Yaşamımız boyunca farklı zamanlarda farklı yaralar açığa çıkar. Dönüşüm yolunda daha da tecrübelendikçe acıları bilince çevirmeyi öğrenir tüm potansiyelimiz ve manevi yeteneklerimizle Varlığımızı teyid ederek, yaşamaya başlarız. Eğer yaraların merkezine, karanlık zindanlarımıza girebilirsek, yaşam oyununun parçalarını birleştirdikçe, neden-sonuç ilişkisini kavradıkça, idrak ettikçe muazzam ferahlık, rahatlık ve huzur hissiyatları ile enerjimiz yükselir.
Ne kadar derine ineceğiniz, kendinize bu bilinçli süreçte acının ne kadarına izin vereceğiniz ile alakalı. Ve tabiki daha önce bu yolda yürümüş kişilerden destek almak elzem.
Acılara cesaretle ve bilinçle bakmaya daha doğrusu acının içinde sessizlikte kalabilmeye başladıkça, tecrübe edeceğimiz acının boyutu artar. Bu eziyet gibi mi gözüküyor? Aslında hayır. Ne kadar acı üzerinde tecrübeniz olursa, ne kadar acıyı dönüştürürseniz bir o kadar fazlasını dönüştürebilecek kapasiteniz olur. Bu ilerleme gösterdiğinizin işaretidir.
Her düştüğünüzde daha da yükseğe, daha çok sevgiye, daha güçlü ve bilge kalkarsınız.
İç çocuğunuza ne kadar değer verirseniz, acılarını dinlerseniz, o kadar çok yarayı dönüştürürsünüz.
İç-çocuk şifalandığında iç-anne şifalanır. Sonucunda otantik şefkat dolu erdemli bir anne açığa çıkar.
Kendimizi ebedi, bolluk içinde akan bir kaynağın içinde hissettiğimizde, kendimiz coşkulu bir kaynak haline geliriz. Romantik ilişkide olduğumuz eşimizi temel kaynak olarak görmeyi bırakırız. Eşimiz kendi gizemli yarımızı, iç sevgilimizi görebileceğimiz aynamız olur. Ve tüm bunlar kendi yüksek benliğimizin yansımasıdır.
Hem kadın hem erkek olarak içimizdeki anne yaralarını iyileştirdiğimizde, doğal ve otantik bireyler olmaya başlarız. Kendine has, orjinal ve yaratıcı. İlişkilerimiz de derinlik ve samimiyet kazanır, birlikte destekleyerek, şifalandırarak, kalbi açarak yürünen…
Sevgilerimle,
*Eğitim ve makalelerden haberdar olmak için sağ tarafta yer alan ‘Blog’u Takip Et’ kutusuna email adresinizi bırakabilirsiniz.
Yazılarınızı çok beğeniyorum. Paylaşımlarınız için teşekkürler. Sevgilerimle…
Harika bilgilerden neden insanlar hep kendisini yoksun bırakıyor.
Buraya yazamağıdım suskunluğumla, o kelimeler arasındaki ben’i gördüm.
Güzel bir makale teşekkür ederim.
Yazdıklarınizin her bir satiri gercek. Iyi ki varsiniz. Teşekkürler