Doğa her zaman huzur verir, destekler, yükseltir. Neden peki? Çünkü denge ve uyumdur varoluşunun temeli. Doğada sadece yüzey değil engin bir yer altı var. Su kaynaklarının yüzeyden daha fazla olduğu, derin dehlizler, okyanuslar, nehirler, vadiler. Yüzeydeki muhteşem formasyonları biliyoruz. Yerkürenin merkezinde tıpkı güneş gibi mağma var. Tüm bunlar sadece, bilinçsizce, tesadüfen, gelişigüzel varolabilir mi?
Olamaz tabi ki.
Ancak öyleymiş gibi, sıradan, cansız ve tüketilmek için, keyif almak için, kesip biçmek, dağları yarıp mağden çıkarıp, okyanusları delip petrol arayıp güneş gibi rüzgar gibi ve Tesla’nın yıllar evvel gösterdiği özgür enerji ve kaynaklar olduğu halde insanlık tüm bu ahengi bozmak için elinden geleni yapıyor.
Doğa Ana, Yerküre, Gaia esasen tapmamız evet tapmamız ve başüstünde tutmamız gereken bir varlık.
Evet varlık.
Masal anlatmıyorum.
Yerküre kendi bilincine sahip ve üzerinde kendi doğasına teslim olmuş uyum içinde yaşayan varlıklarla bir bütün.
İnsan niye bunun dışında. Hani insan düşünen bir hayvandı.
Bu durumda hayvan olmak çok erdemli, öyle değil mi?
Hangi hayvan bilinçli ya da bilinçsiz doğaya uyumsuz hareket ediyor. Çünkü hayvanlar güdüsel yaşar, anda yaşar ve kendi doğasıyla bütün olmak bu demektir.
Tüm bu özellikler insanda da var, artı insana bilinç de verilmiş. Yani eksiği değil fazlası var.
Peki neden insanoğlu basıp geçtiği Yerküre’nin kanlı, canlı bilinçli bir varlık olduğunu unuttu ve bilmekten uzak.
Cevabı basit: insan kendi doğasından koptuğu, unuttuğu ve tamamen dışa dönük, beklenti ve arzularla, kendini bilmeyerek, özünü ve her şeydeki özü yok sayarak yaşadığı için.
Doğada bir kaç romantik yürüyüş, gün batımı, deniz keyfi insan için tamam bu yeterli. Bir insana böyle davransan ‘kullanıldığını’ hissetmez mi? Nerede ortak hisler, paylaşım, koruyucu anaç ve kollayıcı haller. Bir ilişkide, sevdiğimiz insanlarla bunu yaparız ama.
Toprak Ana’dan emanet aldığımız ve vakti gelince geri vereceğimiz bu beden… üstelik Toprak Ana faiz de almıyor ödünç verdiği bedene. Geri döndürdüğünde toprağa demiyor ki ben sana böyle mi teslim ettim.
Her hangi bir geri dönüş bekliyor mu Doğa Ana, beklemiyor.
İnsanlar bekliyor mu?
Doğasından, özünden kopmuş insan kopma bilinciyle, yokluk, kıtlık hisleriyle beyhude bir çaba ile dışından almaya çalışıyor ve gün sonunda yıkılıp kalıyor.
Yerküre muazzam güçlü bir varlık. İnsanların harap ederek, sömürerek uyumsuz enerjiletle tahrip ettiği hallerin faturasını Yerküre değil üzerinde yaşayan bizler ödeyeceğiz.
Gıda krizi, su krizi ortada. Spekülasyon değil. Doğamızdan koptuk, aç ve bitap hallerde debeleniyoruz.
Yerküre için bir üstadım dedi ki ‘Siz merak etmeyin, Gezegen bilinçli bir varlık olarak insanlığı üzerinden pirelerini atan bir köpek gibi silkelenerek atar yeri gelince’.
Bunu biliyor ve hissediyorum.
Gaia, bilinç olarak 3. boyuttan 5. boyuta geçişini neredeyse tamamlayacak. Bu geçiş sırasındaki kutuplaşmaları görüyoruz. Bu süreç önümüzdek dört yıl artan bir ivmeyle devam edecek ancak aynı zamanda parallel olarak çözüm ve uyum getiren, birlik ve yapıcı enerjiler taşıyan oluşumlar, keşifler ve topluluklar yükselecek.
Dünya ikiye ayrılacak ancak bu bildiğimiz gibi bir ikiye, karşıt bir hale gelme değil. 3. boyutta yaşayanların dünyası ile 5. boyutta yaşayanların dünyası aynı anda burada. İki aynı ama farklı dünya. Bunu görmeye başladık. Bu oluyor.
Keza her insan dünyasını kendi bildikleri ile okur, kendi gözleriyle görür ve yorumlar. Ve gördüğü yorumladığı yerde, tam o anda kendi gerçekliğini yaratmış olur.
Herkes kendi dünyasını yaratır ile kastedilen bu.
Tabi bu yaratım bilinç üstündeki düşüncelerin kadar ve hatta daha fazlası bilinçaltı ve bilinç dışı düşüncelerinle oluşur. O yüzden sıkıntılı ve huzursuz olduğun istenmeyen olaylar karşına çıktığında ‘bunu ben yaratmış olamam’ diyorsun. Oysa ki yaşamında her şey bu şekilde yaratılır. Sadece senin için değil, tüm evrenlerin kanunu bu.
Yoga yolunda arınmak, karanlıklarınla, gölgelerinle, acılarınla, korku ve yaralarınla buluşup köklerine inip dönüştürmek o yüzden elzem.
Gururu tevazuya, korkuyu cesarete, nefreti sevgiye, rekabeti uyuma, hırsı azime dönüştürmek her bireyin ödevi. Bu ödevin sorumluluğunu ne kadar erken alırsan ruhun o kadar erken yükselir.
Eninde sonunda her şey ve herkes yükselir. Ancak kimisi cehaletin ağında ki cehalet yukarıda yazdığım kendi içindeki karanlığı yok saymak ya da görmemek/bakmanak demek, katman katman azap yaşarken, kimisi kaybağına doğru yolculuğunda cesaretle, duayla, azimle, adanmışlıkla yedi kere düşüp, sekiz kere kalkar.
Felaket senaryoları var mı var, sistemler değişiyor nereye doğru, nasıl?
Sistemlerin değişmesi kolay mı, değil. Bunca yıllık köklü kurumlar nasıl dönüşür, koltuklar değişir Allah bilir. Ancak değişim ve dönüşümün olacağı kesin ve olmakta da.
Ok yaydan çıktı, ve Aydınlık bir dünya var önümüzde.
Farklı ajandalar, projeler var.
Bu detaylara girince bir çok insan artık ne gerçek ne doğru ayırt edemeyeceği ve güvensizlikle çaresizliğinin artacağı yerlere geliyor.
Bilgi ile öğrenmeye çalışmak ve olası senaryolarla kafa yormak yerine kendi kendini dönüştürmeyi ve farkında, uyumlu adımlarla, dostça ve sağduyulu, dirayetli, dayanıklı, esnek ve anlayışlı haller diliyorum.
Sevgilerimle,
Gülenay Pema