İnsanın yaşamındaki tecrübeleri şahsına münhasır.
Tecrübelerle açığa çıkan duygular, hisler her seferinde farklı tat ve dokuda izler bırakıyor. O nedenle de herkesin hikayesi kendine özel, kendine ait, nadide, özenle işlenmiş bir nakış gibi.
Bu nadide yaşamı, tecrübeleri, duyguları hayatımızdaki kişilerle, canlılarla paylaşıyoruz, yollar kesişiyor ve her bir buluşma bize bizi farklı bir açıdan anlatıyor.
Bu buluşmalar adı üstünde birer buluşma, nihai bir son, bir sonuç, amaç ya da hedef değil.
Kendi yaşam tecrübelerimizle açığa çıkan duygu dünyasının hikayesini ancak ve ancak kendimiz okuyabiliriz, ve okumakla kastım zihinsel bir okuma değil, içgörüsel bir seziş hali.
Eğitimlerime katılanlar bana kendi duygularının ne manaya geldiğini soruyorlar, oysa bu sorunun cevabı hissedende saklı.
Elbette bir yol yordam var, bunu aktarıyorum ancak kişinin kendi hikayesinin verdiği hisleri sadece kendisi yaşayarak, içinden geçerek çözebilir.
Mana dünyası, zihin kalıpları, düşünceler gibi işlemez, her bir anı farklıdır, üniktir, kişi bile tekrar aynı hissi aynı şekilde hissedemez, evrensel kanuna aykırıdır.
Bu hakikat çerçevesinde, duyguların hikayesine kulak vermek, zihin ve düşünceyle müdahale etmeden, kısıtlamadan, yönlendirmeden, olduğu gibi duygularına alan açmak, izin vermek, işin sırrı burada.
Kendini bilme yolu, öz-keşif yolculuğu buradan geçer.
Zihin bir araçtır, kullanmasını bilene muazzam bir araç, ancak sana kim olduğunu ya da daha doğrusu olmadığını söyleyecek şey zihninde biriktirdiğin düşünce kalıpları değil.
An be an farkındalığını arttırarak, hissedebilme algını geliştirdiğin duyguların sana hakiki benliğinin yolunu açar.
Yorumlamadan, tanımlamadan, yönetmeden, izin vererek. Dişil, feminen prensip budur. Bu süreç feminen enerjiyi ön plana aldığımız bir süreçtir.